31 Temmuz 2018 Salı

Kaplanlar

Cizgi Roman kahramanlarinin cesitli yirtici hayvanlarla karsilasmasi kahraman anlati geleneginin bir devami, uzantisi aslinda. Herkul'den Samson'a her turlu anlatimizda, mitolojik hikayelerimizde yarattigimiz kahramanlar kendilerini ispat edebilmek icin muhakkak hayali veya gercek yirtici bir hayvanla, bir "canavar"la karsilasmistir. Anlatilarin arkaik modelini, izini de Gilgamis'in canavarlarla mucadelelerine kadar surmek mumkun. Bunun temelinde de hem insanoglunun dogadan henuz yalitilmadigi arkaik donemlerde bu hayvanlarla sikca karsilastigi rekabetin-mucadelenin izdusumu hem de vahsi doganin sakladigi gizemlerden duyulan korku & heyecan yatmakta.

Bu baglamda kaplan yasayan en buyuk yirticilardan olarak hemen hemen her cizgi romanda kahramanlarin  karsilasabilecegi bir rakip, asagida sadece bir-kaci derlenmis durumda:  

En Kolay Karsilasma :

Elbette ne kadar guclu olurlarsa olsunlar Super-guclu kahramanlar icin kaplanlar cok birsey ifade etmez, sadece mizah unsuru olabilirler: Uderzo - Asterix and the Magic Carpet (1987) ve Peyo - The Twelve Tasks of Benoît Brisefer (1966) :






En Sacma Karsilasma :

Tenten'in henuz sevdigimiz-bildigimiz en popular albumlerinden once daha hangi dogrultuda olgunlasacaginin-geliseceginin belli olmadigi erken donem albumlerindedir bu karsilasma. Aslinda simdi baktigimizda Tenten'e yakismayan absurdlukte bir 'gag' bir kaplana deli gomlegi giydirebilmek: Tenten - Cigars of the Pharaoh (1934)


En Siradan Karsilasma:

Uzaylilardan Yetiye kadar turlu dusmanla savasan Zagor icin elbette en kolay rakiplerden biridir bir-kac kaplan. Neyse ki sonrasinda olaylar daha fantastik bir dogrultuda gelisir:



Yerli kahramanlarimza da goz atmakta fayda var:

En Etimolojik Karsilasma:

Cesitli Karaoglan maceralarinda kaplanlar zaten vardir ama benim enteresan buldugum asagidaki kisim, aslinda bir kaplan olmayan "kara-kaplan" (Acuna Bedel Ogul):



Yalaz neden kaplan sozcugunu kullanmis olabilir? Aklima gelen tek olasilik kelimeyi Oz-Turkce kabul ettigi icin "panter" ya da "leopar" kelimesi yerine bunu kullanmis olabilecegidir. Karaoglan'da sikca kullanilan Acun, Albiz, Tamu gibi kelimlerle yaptigi gibi daha otantik bir tad yakalayabilmek icin kullanilmis olabilir. Halbuki bu hayvan icin cok eskiden beri Turkce'de kullanilagelen oldukca guzel bir kelimemiz var zaten  : "Pars".


En Fantastik Karsilasma:

Elbette en tartismasiz fantastik yerli karsilasma Hizir Bey'in Rusya macerasidir. Talat Gureli  Osmanli tarihine sigmayan maceraci kalemiyle Hizir Bey'in karsisina kilic-disli bir kaplan cikarir.



Meraklisi icin Pars kelimesinin kokeni ve yuzyilladir Turkce'de kullanimi: 
http://www.nisanyansozluk.com/?k=pars

23 Temmuz 2018 Pazartesi

Conquests

Tarihi hikayeleri-cizgi romanlari cok seviyoruz, hem uretmeyi hem de tuketmeyi. Uzun yillar boyunca ulkemizde uretilen yerli CR'lar arasinda eli kilicli kahramanlar buyuk bir yekun tuttu (Bugun de Karabala'nin son albumunu bekliyoruz, yahut Tarkan yeniden yayinlanmaya calisiliyor). Ama iceriklerine baktigimizda uretimin 3 ana basliga sIkIstIgini goruyoruz; Osmanli tarihi, Orta-Asya Turk tarihi ve Islam tarihinden cesitli karakterler.

Oysa yasadigimiz cografya itibari ile cok zengin bir tarihsel kavsakta bulunmanin getirdigi bir hazine var elimizin altinda ama buna dokunmaya, bunu kurcalamaya pek yanasmiyoruz. Degil baska cografyalari kesfetme ve yorumlama kendi cografyamizin bizimle direk ilgisini kafamizda kuramadigimiz tarihine bile ilgi gostermiyoruz. Zira "onlar" bizden oncekiler, bizimle ilgisi olmayanlar!  Otekiler. Oysa o kadar cok sey tasiyoruz ki otekilerden. 

Iste bu nedenlerle sadece Anadolu ve Mezapotamyada yukselip, gelisip, sona eren devletler-milletler-kavimlere ait uretilmis bir is ben hatirlamiyorum (gozden kacirmis oldugum bir calisma vardir belki). Elbette bu CR'a has da degil edebiyatta, resimde yahut mimaride pek farkli oldugunu sanmiyorum (bir Hitit Gunesi'ne bile dayanamayip kurtulmadik mi?).

Tum bunlar yuzunden dort albumluk "Conquests" serisi bizi ayrica ilgilendirmesi gereken enterasan bir calisma, odagina aldigi antik donem ve Anadolu cografyasi. Hititlere karsi aralarindaki anlasmazliklari gecici olarak askiya alip bir birlik olusturan akraba kavimler Scythians, Cimmerians ve Sarmatians (bunlar bizde Sakalar olarak gecen Irani gocebe kavimler) arasinda gecen bir mucadelenin hikayesi.



Elbette burada anlatilan bir kurgu, bu kavimlerin ayni cografyada ayni zaman diliminde bulunmalari, gercekten savasmis olmalari ya da birliktelikleri yani tarihsel dogruluk degil meselemiz ama albumler icin bir tarihi on arastirma yapildigi da ortada. Ornegin Scythianlar tarihte at uzerinde becerikli bir sekilde ok atan, vucutlarina bol miktarda dovme yaptiran insanlar olarak gecmekte ve bu gibi detaylar basarili sekilde yansitilmis CR'a. Ha keza cizgi romanda kullanilan giysiler ve mimari detaylar da adeta muzelerden firlamis gibi.  

Fantastik bir anlati oldugundan , savas meydanlarinda kullanilan at, deve ve fil gibi hayvanlara ayilar, vahsi domuzlar ve bogalar da eklenmis. Ve elbette yazarimiz fantastik/sci-fi anlatilari ile tanidigimiz Runberg olunca (Orbital Darwin's Diaries) bununla da yetinilmemis daha baska surpriz mitolojik hayvanlar da var kullanilan (spoiler yapmayalim).





Scythian tarafi uc kavim arasindaki hassas dengeler ustundeki kirilgan birligi korumak adina mucadele ederken Hititler ise yaklasan tehlike karsisinda baska kavimlerin yardimini aramakta; boylelikle aksiyon dozaji yuksek CR'a bir de butun bu kavimler-krallar-kraliceler arasinda gecen politik gerilim  boyutu eklenmekte. Yine yazarimiz Runberg oldugu icin tum bu karmasaya bir de Kimmeryalilara mistik-psisik gucleri ile yardim eden "Son Atlantisliler" eklenmekte.  

Albumlerin ressami ise François Miville-Deschênes hakkinda mukemmel bir is cikardigini soylemek yeterli; harika cizimler cok canli-tablo gibi renklendirmeler. Dort dortluk bir seri bize 'kilic ve buyu' cizgi romanlarinin nasil olmasi gerektigini ozetliyor adeta.





14 Temmuz 2018 Cumartesi

Suat Yalaz'dan Yakın Tarih - 2

Suat Yalaz'in yakin tarih cizgi romanlarindan bahsetmistik; devam edelim: 

Seri “Atatürk’e Suikastlar” albümü ile devam eder.  Yine 92 yılında önce Sabah gazetesinde yayımlanır eser, 1993 yılında da albüm olarak basılır. Atatürk’ün hayatının değişik dönemlerinde karşılaştığı suikast teşebbüslerini kronolojik olarak ele alır Yalaz ama asıl odak noktası elbette bunların en önemlisi olarak görülen İzmir suikastıdır. Yalaz albümün girişinde kaleme aldığı ‘Gerekçe’ yazısında “Atatürkçü” olduğunu, günün modası olan “ATATÜRK’e çamur atma” atmosferinde İzmir suikastını ele almanın yürek istediğini söyler ve konuyla ilgili yargısını en başta belirtir: 
sanki bir İHTİLAL, DEVRİM yapılmamış da... İstiklal Mahkemeleri durup dururken kurulmuş da... yüzbinlerce... ikiyüzbinlerce vatan evladı sanki hiç yoluna şehit olmuş gibi... İzmir Suikasti Davası’na biraz çarpık, oldukça yamuk bakmışızdır (Yalaz, 1993:5) 
Davada büyük haksızlıklar olduğu kulağına çalınsa da Yalaz’ın görüşü bunları tamamen reddetmek değilse de DEVRİM koşulları ile meşrulaştırmaktır; ona göre DEVRİM esnasında bu gibi mahkemeler ve haksızlıklar normaldir. Albümün önsözünü yazan Kılıç Ali’nin oğlu Altemur Kılıç da bu görüşü desteklemektedir:

Babam hayatta iken, sorduğumda, o günün koşulları içinde Cavit Bey hakkındaki hükmün kaçınılmaz olduğunu söylemiş, fakat “Cavit Bey çok değerli bir insandı. Yazık oldu!” demişti. (Yalaz, 1993:3)

Yalaz’a göre asıl hadise İttihad ve Terakki Cemiyeti yeniden canlandırılmaya çalışılmış bu olmayınca Terakkiperver Fırka kurulmuş olmasıdır. Amaç ‘9 ilkeli parti programıyla Mustafa Kemal Paşa’nın 6 oklu Halk Fırkası’nı ezmek’tir (Yalaz, 1993:106). Oysa aynı tarih kesitini bambaşka bir gözle okumak pekâlâ mümkündür: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın lider kadrosu Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele gibi aynı zamanda Milli Mücadele’nin de Atatürk dışında kalan en önemli isimleridir. Parti programı “gerici” olmaktan ziyade örneğin Erik Zürcher’e göre ‘içinde belirgin bir Batı Avrupa çeşnisi taşıyan bir liberalizm programı’dır.  Süreç, 1925 Martında çıkarılan Takrir-i Sükûn ile muhalif basının susturulması, aynı yılın Haziran ayında da partinin kapatılması zincirinin son halkasıdır. (Koçak, 1989:104) Kurulan devletin rejim sınırları çerçevesinde kalıp da kaliteli bir dil düzeyli bir muhalefet geliştirebilecek şehirli, eğitimli ve elit çevrenin belinin kırılması, arta kalanların siyasete küsmeleri veya küstürülmeleri, köşelerine çekilmeleri, yurt dışına kaçmaları ya da pes edip zamanla iktidara eklemlenmeleri sonucunu doğurmuştur. Ve bu sürecin nihaiyi sonucu muhalefetsiz bir tek parti yönetimi ertesinde askeri darbelerle bezeli bugün bile rayına oturmayan siyaset kültürümüz, sürekli sancılar çeken çok partili hayatımızdır. 

Diger seneryonun olasi olup olmadigini kestirmek elbette guc ama bence albumun eksigi Yalaz'in bunu tartismamasidir; olayları sadece kişisel haksızlıklar seviyesinde değerlendirmekte, ‘kurunun yanında yaşın da yanması’ olarak geçiştirmektedir. 

Neden muhalif bir parti? Hem de birlik beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu zamanlarda... “O zamanlar” bir daha hiç bitmez.



Son albümde ise yine oldukça tartışmalı bir ismi konu edilmiştir: “Topal Osman Ağa”. Osman Ağa özellikle Trabzon Milletvekili Ali Şükrü'nün öldürülmesi hadisesi yüzünden Kemalist-Atatürkçü yazarlar tarafından bile tümüyle sahiplenilmez; örneğin Toktamış Ateş kendisinden savaşlarda büyük yararlılıklar göstermiş ama son noktada hata yapmış biri olarak bahseder:

...onurlu ve pırıl pırıl bir yaşamı, inanılmaz bir biçimde noktalanan, "zaafları" aklının önüne geçen bir insandır. Gerçekten çok yazık...
"Türk Devrim Tarihi" derslerimde, Topal Osman'dan elbette söz eder ve Çerkez Ethem'le birlikte; insanların yükseldikleri noktalarda uğradıkları, "Ben neymişim..." hastalığının, acı veren örneklerinden biri olarak adını anarım. Fakat bundan bir süre önce, Sayın Tansu Çiller başbakanken, Giresun'a bir "Topal Osman Üniversitesi" vadetmesi, doğrusu canımı çok sıkmıştı.
Yazdığım bir yazıda, "Giresun'un yetiştirdiği başka adam kalmadı da mı, üniversitelerine Topal Osman adını verecekler?" sorusunu sormuştum (Toktamış, 2006)

Aralarındaki sınırların bulanıklaştığı eşkıya – kahraman ayrımı eski bir tartışmadır ve tarihteki pek çok kişiye uyarlanabilir. Aynı aktör, tarihin yazılmasına ve okuyanların durduğu ideolojik yere bağlı olarak aynı anda hem eşkıya hem de kahraman olarak algılanabilir. Yalaz da albümle milliyetçilik dozajını iyice arttırmış ve Topal Osman’ı hayatının çeşitli duraklarını tartıştıktan sonra kahraman mertebesinde karar kılmıştır. 


Önce çocukluğundaki gözüpekliği ve cesareti anlatılır. Gençliğinde ‘Rumlar gibi ben de az çalışıp çok kazanmanın yolunu bulmalıyım!’(Yalaz, 1998:40) diyen Osman ‘Robin Hood’vari bir tütün kaçakçılığı macerasına atılır. Rumların subaşlarını tuttukları, durmadan –ve çalışmadan- zenginleştikleri gerçeği(!) daha sonra olacak hadiselere okuyucuyu hazırlar ve Yalaz benzeri ‘meşrulaştırma’ ifadelerini çizgi roman boyunca kullanmaya devam eder: 

Rum’ların faytonlarına binerek Ermeni hanlarında konaklayarak (Arabalar, hanlar, dükkânlar, Rum ve Ermeni’lerin elindeydi) (Yalaz, 1998:105) 

Çeşitli cephelerdeki kahramanlıklarından sonra Ermeni Tehcirindeki rolü önemsizleştirilir ve tarihi koşullara bağlanır: ‘...Onların Müslüman halka yaptıklarının yanında benim yaptıklarım hiç kalır! Ermeni tehcirinde devlete yardımcı oldum diye aynı devletin divan-ı harbi beni idam cezasıyla aramaya başladı’(Yalaz, 1998:28) Pontus Rum çeteleriyle giriştiği mücadele sırasındaki uygulamaları çizgi roman boyunca anlatılsa, ima edilse bile bunların ya abartıldığı ya da yine şartlar yüzünden mecburen yapıldığı gösterilir; örneğin 4 Pontus’çu çeteciyi diri diri yakma hikayesi bile ‘Osman Ağa’yı çılgına çeviren en büyük neden bu 4 Pontus’çu hainin çocukluk arkadaşları olmalarıymış!’ (Yalaz, 1998:128) cümlesiyle yumuşatılır, gerekçelendirilir. 

Osman Ağa’nın bu ele avuca sığmaz enerjisi Mustafa Kemal’le yolları kesişince bir amaca yönelmiş gözükür ama hala başına buyruktur. Ankara’ya gelirken yol boyunca yaptıkları disiplinsiz olsa da cezalandırmadır yalnızca sonuç olarak; Koçgiri isyanının bastırılmasında kullanılan yöntemlere ise değinmez Yalaz, önemli olan alınan neticedir: ‘Osman Ağa’nın birlikleri Nisan ayı boyunca sayısız çatışmaya katılmış, asilere büyük kayıplar verdirmişti. Bölgede Mayıs ayı sonuna kadar kalarak devlet düzeninin yeniden kurulmasında büyük rol oynamıştı.’ (Yalaz, 1998:110)

Oysa Koçgiri isyanının bastırılması, bölgede “devlet düzeninin yeniden kurulması” o kadar da kolay olmamıştır bazı tarihçilere göre:

Koçgiri Kürt isyanını bastırırken öyle zalimane yöntemlere başvurur ki, Meclis’te büyük tartışmalar yaşanır. Topal Osman sadece isyancı Kürtleri değil, Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar ve Erbaa’daki Ermeni ve Rumları da öte dünyaya havale etmiştir. (Ahmet Emin Yalman’ın Topal Osman’la Mülakatı, Vakit, 19.2.1922) 

Ali Şükrü Bey cinayetini ise Osman Ağa için sonun başlangıcı olmuştur; Ayşe Hür’e göre birçok şüpheli nokta ve soru işareti vardır süreçte: 

Olayın arkasında kim vardır sorusu o günlerde herkesi meşgul etmiştir. Mustafa Kemal’in neden İstasyon’daki eve geçtiği, Topal Osman’ın neden Çankaya Köşkü’nü talan ettiği, yaralı halde yakalandığı halde neden kafasının hemen kesilip gömüldüğü gibi konular şüphe çekmiştir. İlginçtir, hemen her konuda bir şeyler söyleyen Mustafa Kemal, bu konuda suskunluğunu korumuştur. Ali Fuat Cebesoy Mustafa Kemal’in Topal Osman’ın ‘tepelenmesi’ sırasında sessiz kalışını biraz imalı biçimde anlatır. (Siyasi Hatıralar) O dönemde TBMM zabıt katibi olan Mahir İz Yılların İzi adlı anı kitabında hem Ali Şükrü Bey’in yıpratıcı muhalefetinden hem de artık hizmetine lüzum kalmayan Topal Osman çetesinden kurtulmak için bir taşla iki kuş vurulduğunu söyler. 

Yalaz bu eleştirilerden, iddialardan bazılarını ele alır ve kendince mantıki cevaplar geliştirir. Yalaz’a göre olayın Atatürk’le bir ilgisi yoktur. Osman Ağa kendi başına hareket etmiş ve iyilik yapıyorum diye bir “cahillik” etmiştir. Mustafa Kemal de bir ikilemde kalmış, hazin bulsa da Osman Ağa’yı feda etmek zorunda kalmıştır. Çankaya baskını ise Topal Osman’ın yardım arayışıdır sadece. Eğer planlayıcı Gazi Paşa olsaydı ‘Öyle bir planlı yapar ki bu işe şeytan bile parmak ısırır’. (Yalaz, 1998:156) Velev ki yapmış ve bir taşla iki kuş vurulmuş olsun verilen bunca şehitten sonra Yalaz’ın cevabı hazırdır: ‘iki vatan evladının daha ihtilalin selameti, milletin geleceği için şehit olmasını uygun görmüşse ne diye kıyamet koparıyoruz ki!’ (Yalaz, 1998:158)   

Sonuç olarak bir kahramandır Osman Ağa Yalaz’a göre. ‘Cahillik edip, Meclis’te sürekli karışıklık çıkaran, ağzı kalabalık bir milletvekilini ortadan kaldırdı diye...’ (Yalaz, 1998:153) bu hakikat değişecek değildir; mezarı ‘bu kahraman milis yarbayına teşekkür için gelen ziyaretçilerle sanki bir aziz türbesi!” (Yalaz, 1998:161)  haline gelmiştir. 

Yalaz hikâyesini anlattığı iki figür Çerkez Ethem ile Osman Ağa’nın yolları da kesişir. 



5 Temmuz 2018 Perşembe

Asterix ve Tablolar

Buyuk usta Uderzo Asterix albumlerine degisik sanat dallarina, sanat tarihine, popular kultur ogelerine gondermeler serpistirmistir. Bunlardan cesitli ressamlara ve buyuk eserlerine yaptigi gondermeler sadik okurlar tarafindan zaten bilinmekte. Bu gondermelerden bazilar cesitli internet sitelerinde yer almakta ama derli toplu olarak hepsini bulamadigimdan listeyi kendim cikardim. Eksikler varsa bildirirseniz sevinirim.  

Ilk ornek Asteriks Lejyoner (67)'den :  Korsanlar klasik bir batma sahnesinden sonra bir sala siginirlar. Sahne bir Fransiz ressami olan Théodore Géricault'un meshur resmine "The Raft of the Medusa" (1818–1819) bir gondermedir elbette, cizgi roman panelinde kaptan da zaten konusma balonunda buna gonderme yapmaktadir. Resim de zaten 1800'lerin basinda bir geminin batmasindan sonra yasananlar icin yapilmistir.  



Bir sonraki ornek Kahin (72) albumunden. Rembrandt'in "The Anatomy Lesson of Dr. Nicolaes Tulp"  (1632)  isimli eserine gonderme yapilmistir. Koye gelen kahinimiz 'okumak' icin bir hayvan istediginde ancak balik verebilirler ve ortaya Rembrandt'in Anatomi dersi resimindeki merakli izleyicilerin bakislarini yansitan bir panel cikar ortaya. Asterix'in kurgusal olarak resimden 16 asir oncesinde yasamakta oldugu goz onune alininca Rembrandt'in bilimi-rasyonelligi merkezine alan tablosunun yerini kehanete-sozdebilime birakmasi, doktorun yerini kahine birakmasi gayet dogaldir. Buna ragmen panelde en enteresan nokta ise herkesin aksine Asteriks'in kahininin yaptigindan duydugu supheden olsa gerek muzip bir bicimde herkes gibi baliga degil de -okuyucuyla arasinda olan duvari yikarak bize bakmasidir. Hurafenin-dalaverenin farkindadir.  




Asteriks Belçika'da (79)   Bruegel (the Elder)'in  "The Peasant Wedding" (1567)  tablosuna bir gonderme yapilmistir. Tablodaki oldukca mutevazi olan dugun yiyecek-icecekleri (ekmek corba vb) elbette Asterix'in abartili solen-yemegi (hele Belcikalilarla birlikte olduklarindan) mantigi cercevesinde cok daha ihtisamli yiyeceklerle degistirilmistir. 



Son olarak bir albumde degil de Uderzo'nun ozel olarak yaptigi calismada Eugène Delacroix'in meshur tablosu "Liberty Leading the People" (1830) merkeze alinmistir. Ozgurluk Tanricasi rolu elbette Sef'in esi Impedimenta'ya (Dediğimdediks) verilmistir. Romalilarin flamalari da ustaca tablodaki Fransiz bayragini olusturacak sekilde biraya gelmistir. Koyun demircisi Fulliautomatix'in (Tamotomatiks) tabloda yeralmasi da tesaduf degildir zira Delacroix' tablosuna ozenle her sinifi-yasi temsil edecek karakterler secmistir ki Uderzo da buna uygun davranmistir.



Tablolardan bahsetmisken iki tabloyu daha analim; bunlar Uderzo tarafindan direk olarak kullanilmamistir Asterix albumlerinde ama iddialara gore antik Galyalilar-Roma donemi hakkinda gorsel malzeme - referans saglamistir Uderzo'ya. Tablolardan ilki Évariste Vital Luminais'in bir resmidir. Populer Galyali imajinin -tarihsel olarak yanlis olsa bile - onun tarafindan yaratildigi soylenir. Ikincisi ise Asterix hikayelerinde siklikla atif yapilan Jesar'in unlu Galli komutan Vercingetorix'i yenmesini-teslim almasini betimleyen tablodur (Lionel Royer).