Suat Yalaz'in yakin tarih cizgi romanlarindan
bahsetmistik; devam edelim:
Seri “Atatürk’e Suikastlar” albümü ile devam eder. Yine 92 yılında önce Sabah gazetesinde yayımlanır eser, 1993 yılında da albüm olarak basılır. Atatürk’ün hayatının değişik dönemlerinde karşılaştığı suikast teşebbüslerini kronolojik olarak ele alır Yalaz ama asıl odak noktası elbette bunların en önemlisi olarak görülen İzmir suikastıdır. Yalaz albümün girişinde kaleme aldığı ‘Gerekçe’ yazısında “Atatürkçü” olduğunu, günün modası olan “ATATÜRK’e çamur atma” atmosferinde İzmir suikastını ele almanın yürek istediğini söyler ve konuyla ilgili yargısını en başta belirtir:
sanki bir İHTİLAL, DEVRİM yapılmamış da... İstiklal Mahkemeleri durup dururken kurulmuş da... yüzbinlerce... ikiyüzbinlerce vatan evladı sanki hiç yoluna şehit olmuş gibi... İzmir Suikasti Davası’na biraz çarpık, oldukça yamuk bakmışızdır (Yalaz, 1993:5)
Davada büyük haksızlıklar olduğu kulağına çalınsa da Yalaz’ın görüşü bunları tamamen reddetmek değilse de DEVRİM koşulları ile meşrulaştırmaktır; ona göre DEVRİM esnasında bu gibi mahkemeler ve haksızlıklar normaldir. Albümün önsözünü yazan Kılıç Ali’nin oğlu Altemur Kılıç da bu görüşü desteklemektedir:
Babam hayatta iken, sorduğumda, o günün koşulları içinde Cavit Bey hakkındaki hükmün kaçınılmaz olduğunu söylemiş, fakat “Cavit Bey çok değerli bir insandı. Yazık oldu!” demişti. (Yalaz, 1993:3)
Yalaz’a göre asıl hadise İttihad ve Terakki Cemiyeti yeniden canlandırılmaya çalışılmış bu olmayınca Terakkiperver Fırka kurulmuş olmasıdır. Amaç ‘9 ilkeli parti programıyla Mustafa Kemal Paşa’nın 6 oklu Halk Fırkası’nı ezmek’tir (Yalaz, 1993:106). Oysa aynı tarih kesitini bambaşka bir gözle okumak pekâlâ mümkündür: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın lider kadrosu Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele gibi aynı zamanda Milli Mücadele’nin de Atatürk dışında kalan en önemli isimleridir. Parti programı “gerici” olmaktan ziyade örneğin Erik Zürcher’e göre ‘içinde belirgin bir Batı Avrupa çeşnisi taşıyan bir liberalizm programı’dır. Süreç, 1925 Martında çıkarılan Takrir-i Sükûn ile muhalif basının susturulması, aynı yılın Haziran ayında da partinin kapatılması zincirinin son halkasıdır. (Koçak, 1989:104) Kurulan devletin rejim sınırları çerçevesinde kalıp da kaliteli bir dil düzeyli bir muhalefet geliştirebilecek şehirli, eğitimli ve elit çevrenin belinin kırılması, arta kalanların siyasete küsmeleri veya küstürülmeleri, köşelerine çekilmeleri, yurt dışına kaçmaları ya da pes edip zamanla iktidara eklemlenmeleri sonucunu doğurmuştur. Ve bu sürecin nihaiyi sonucu muhalefetsiz bir tek parti yönetimi ertesinde askeri darbelerle bezeli bugün bile rayına oturmayan siyaset kültürümüz, sürekli sancılar çeken çok partili hayatımızdır.
Diger seneryonun olasi olup olmadigini kestirmek elbette guc ama bence albumun eksigi Yalaz'in bunu tartismamasidir; olayları sadece kişisel haksızlıklar seviyesinde değerlendirmekte, ‘kurunun yanında yaşın da yanması’ olarak geçiştirmektedir.
|
Neden muhalif bir parti? Hem de birlik beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu zamanlarda... “O zamanlar” bir daha hiç bitmez. |
Son albümde ise yine oldukça tartışmalı bir ismi konu edilmiştir: “Topal Osman Ağa”. Osman Ağa özellikle Trabzon Milletvekili Ali Şükrü'nün öldürülmesi hadisesi yüzünden Kemalist-Atatürkçü yazarlar tarafından bile tümüyle sahiplenilmez; örneğin Toktamış Ateş kendisinden savaşlarda büyük yararlılıklar göstermiş ama son noktada hata yapmış biri olarak bahseder:
...onurlu ve pırıl pırıl bir yaşamı, inanılmaz bir biçimde noktalanan, "zaafları" aklının önüne geçen bir insandır. Gerçekten çok yazık...
"Türk Devrim Tarihi" derslerimde, Topal Osman'dan elbette söz eder ve Çerkez Ethem'le birlikte; insanların yükseldikleri noktalarda uğradıkları, "Ben neymişim..." hastalığının, acı veren örneklerinden biri olarak adını anarım. Fakat bundan bir süre önce, Sayın Tansu Çiller başbakanken, Giresun'a bir "Topal Osman Üniversitesi" vadetmesi, doğrusu canımı çok sıkmıştı.
Yazdığım bir yazıda, "Giresun'un yetiştirdiği başka adam kalmadı da mı, üniversitelerine Topal Osman adını verecekler?" sorusunu sormuştum (Toktamış, 2006)
Aralarındaki sınırların bulanıklaştığı eşkıya – kahraman ayrımı eski bir tartışmadır ve tarihteki pek çok kişiye uyarlanabilir. Aynı aktör, tarihin yazılmasına ve okuyanların durduğu ideolojik yere bağlı olarak aynı anda hem eşkıya hem de kahraman olarak algılanabilir. Yalaz da albümle milliyetçilik dozajını iyice arttırmış ve Topal Osman’ı hayatının çeşitli duraklarını tartıştıktan sonra kahraman mertebesinde karar kılmıştır.
Önce çocukluğundaki gözüpekliği ve cesareti anlatılır. Gençliğinde ‘Rumlar gibi ben de az çalışıp çok kazanmanın yolunu bulmalıyım!’(Yalaz, 1998:40) diyen Osman ‘Robin Hood’vari bir tütün kaçakçılığı macerasına atılır. Rumların subaşlarını tuttukları, durmadan –ve çalışmadan- zenginleştikleri gerçeği(!) daha sonra olacak hadiselere okuyucuyu hazırlar ve Yalaz benzeri ‘meşrulaştırma’ ifadelerini çizgi roman boyunca kullanmaya devam eder:
Rum’ların faytonlarına binerek Ermeni hanlarında konaklayarak (Arabalar, hanlar, dükkânlar, Rum ve Ermeni’lerin elindeydi) (Yalaz, 1998:105)
Çeşitli cephelerdeki kahramanlıklarından sonra Ermeni Tehcirindeki rolü önemsizleştirilir ve tarihi koşullara bağlanır: ‘...Onların Müslüman halka yaptıklarının yanında benim yaptıklarım hiç kalır! Ermeni tehcirinde devlete yardımcı oldum diye aynı devletin divan-ı harbi beni idam cezasıyla aramaya başladı’(Yalaz, 1998:28) Pontus Rum çeteleriyle giriştiği mücadele sırasındaki uygulamaları çizgi roman boyunca anlatılsa, ima edilse bile bunların ya abartıldığı ya da yine şartlar yüzünden mecburen yapıldığı gösterilir; örneğin 4 Pontus’çu çeteciyi diri diri yakma hikayesi bile ‘Osman Ağa’yı çılgına çeviren en büyük neden bu 4 Pontus’çu hainin çocukluk arkadaşları olmalarıymış!’ (Yalaz, 1998:128) cümlesiyle yumuşatılır, gerekçelendirilir.
Osman Ağa’nın bu ele avuca sığmaz enerjisi Mustafa Kemal’le yolları kesişince bir amaca yönelmiş gözükür ama hala başına buyruktur. Ankara’ya gelirken yol boyunca yaptıkları disiplinsiz olsa da cezalandırmadır yalnızca sonuç olarak; Koçgiri isyanının bastırılmasında kullanılan yöntemlere ise değinmez Yalaz, önemli olan alınan neticedir: ‘Osman Ağa’nın birlikleri Nisan ayı boyunca sayısız çatışmaya katılmış, asilere büyük kayıplar verdirmişti. Bölgede Mayıs ayı sonuna kadar kalarak devlet düzeninin yeniden kurulmasında büyük rol oynamıştı.’ (Yalaz, 1998:110)
Oysa Koçgiri isyanının bastırılması, bölgede “devlet düzeninin yeniden kurulması” o kadar da kolay olmamıştır bazı tarihçilere göre:
Koçgiri Kürt isyanını bastırırken öyle zalimane yöntemlere başvurur ki, Meclis’te büyük tartışmalar yaşanır. Topal Osman sadece isyancı Kürtleri değil, Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar ve Erbaa’daki Ermeni ve Rumları da öte dünyaya havale etmiştir. (Ahmet Emin Yalman’ın Topal Osman’la Mülakatı, Vakit, 19.2.1922)
Ali Şükrü Bey cinayetini ise Osman Ağa için sonun başlangıcı olmuştur; Ayşe Hür’e göre birçok şüpheli nokta ve soru işareti vardır süreçte:
Olayın arkasında kim vardır sorusu o günlerde herkesi meşgul etmiştir. Mustafa Kemal’in neden İstasyon’daki eve geçtiği, Topal Osman’ın neden Çankaya Köşkü’nü talan ettiği, yaralı halde yakalandığı halde neden kafasının hemen kesilip gömüldüğü gibi konular şüphe çekmiştir. İlginçtir, hemen her konuda bir şeyler söyleyen Mustafa Kemal, bu konuda suskunluğunu korumuştur. Ali Fuat Cebesoy Mustafa Kemal’in Topal Osman’ın ‘tepelenmesi’ sırasında sessiz kalışını biraz imalı biçimde anlatır. (Siyasi Hatıralar) O dönemde TBMM zabıt katibi olan Mahir İz Yılların İzi adlı anı kitabında hem Ali Şükrü Bey’in yıpratıcı muhalefetinden hem de artık hizmetine lüzum kalmayan Topal Osman çetesinden kurtulmak için bir taşla iki kuş vurulduğunu söyler.
Yalaz bu eleştirilerden, iddialardan bazılarını ele alır ve kendince mantıki cevaplar geliştirir. Yalaz’a göre olayın Atatürk’le bir ilgisi yoktur. Osman Ağa kendi başına hareket etmiş ve iyilik yapıyorum diye bir “cahillik” etmiştir. Mustafa Kemal de bir ikilemde kalmış, hazin bulsa da Osman Ağa’yı feda etmek zorunda kalmıştır. Çankaya baskını ise Topal Osman’ın yardım arayışıdır sadece. Eğer planlayıcı Gazi Paşa olsaydı ‘Öyle bir planlı yapar ki bu işe şeytan bile parmak ısırır’. (Yalaz, 1998:156) Velev ki yapmış ve bir taşla iki kuş vurulmuş olsun verilen bunca şehitten sonra Yalaz’ın cevabı hazırdır: ‘iki vatan evladının daha ihtilalin selameti, milletin geleceği için şehit olmasını uygun görmüşse ne diye kıyamet koparıyoruz ki!’ (Yalaz, 1998:158)
Sonuç olarak bir kahramandır Osman Ağa Yalaz’a göre. ‘Cahillik edip, Meclis’te sürekli karışıklık çıkaran, ağzı kalabalık bir milletvekilini ortadan kaldırdı diye...’ (Yalaz, 1998:153) bu hakikat değişecek değildir; mezarı ‘bu kahraman milis yarbayına teşekkür için gelen ziyaretçilerle sanki bir aziz türbesi!” (Yalaz, 1998:161) haline gelmiştir.
|
Yalaz hikâyesini anlattığı iki figür Çerkez Ethem
ile Osman Ağa’nın yolları da kesişir.
|