Heykel
Antropoloji tarihinin en ünlü ve en tartışmalı isimlerinden Napoleon
Chagnon birkaç yil önce 81 yaşındayken öldü. Amazon ormanlarındaki Yanamamolar üzerinde
uzun yıllar çalışmış Chagnon oldukça tartışmalı bir isimdi zira zihnimizde inşa
ettiğimiz barışçıl- doğayla uyum içerisinde yaşayan yerli imgesini çalışmalarıyla
altüst etmişti. Ona göre Yanamamolar sürekli bir savaş hali içerisinde yaşamakta,
güçlü köyler nüfusu azalan köyleri basıp erkekleri öldürüp çocuk ve kadınları
kaçırmaktaydı. Cinayetler topluca işlendiği için belli bir yaşın üstündeki
hemen her erkek mutlaka bir cinayete karışmıştı. Elbette pek çok antropolog
bunun böyle olmadığını iddia etmekteydi; Chagnon ırkçılıkla ve kanıtları
çarpıtmakla suçlandı.
Antropoloji sahası -hele ilk emekleme yılları- Batı’nın kolonyalizm ve
oryantalizm tarihi yüzünden böyle pek çok tartışmayla dolu. Bunlardan biri de bugün
Batı’da hemen her büyük şehrin etnografya müzelerinde sergilenen ‘fetiş’ adı
verilen objeler. Bu başlık altında çeşitli masklar, ama özellikle heykeller ve heykel
benzeri objeler toplanmakta. Ozellikle Ingiltere muzeleri dunyanin dort bir yanindan toplanmis heykellerle dolu. Fakat bu ismin kendisi bile tartışmalı. Zira pek çok
19. yüzyıl düşünürü bu fetişlerin-heykellerin yerlilerin soyut düşünme yeteneği
olmadığından dolayı maddeye özel anlam yüklemeleri, büyüye-paranormale
inanmaları, bu heykellerin doğa üstü güçlere sahip olduklarını sandıklarını söylemektedir.
Bundan dolayı da bu heykeller yerliler tarafından kutsal olarak tanımlanmakta. Bu
yaklaşıma bugün oldukça tartışmalı; Batılı-rasyonel-bilimsel akıl ve metodoloji
her şeyi sınıflandırıp- isimlendirirken, üstten bakıp değerlendirirken
gerçekleri mi bulmakta yoksa atladığı detaylar, yerlilerin yaklaşımlarında kavrayamadıkları
gerçekler var mı?
Uzun suren sömürgecilik döneminde Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın en ücra
köşelerindeki topluluklarda, kavimlerden toplanan -ve bugün Batı’da sayısız
müzeyi dolduran bu heykeller popüler kültürün pek çok alanına -ve elbette çizgi
romanlara da- zaman içerisinde sızmıştır. Çizgi roman dünyasında da bu egzotik/tuhaf
heykeller bol miktarda kullanılmış; çizgi roman kahramanlarının egzotik coğrafyalara
yelken açmasına vesile olmuştur.
Çizgi romandaki pek çok ilk gibi Tenten bu konuda da çığır açıcıdır. Tenten
“Broken Ear – Kırık Kulak” macerasında daha 1935-37 yıllarında bir fetiş
heykelin ardında en güzel maceralarından birini yaşamıştır. Hikâye yine bir etnografya
müzesindeki Arumbaya kabilesine ait heykelin çalınmasıyla başlar (Herge müzede gördüğü
gerçek bir heykelden esinlenmiştir) ve kabilenin yaşadığı Güney Amerika’ya
kadar uzanır. Herge Güney Amerika’da geçen kısımlarda ise Arumbaya kabilesi ve
komşu kabile Rumbabaslar karşıtlığı ile barışçıl/savaşçı kabile etiketlerini de
tartışmıştır. Bu hayali kabileleri, silahlarını, giysileri ve görünüşlerini
yaratırken de dönemin bölgeyi anlatan gezi, referans ve etnografya
kitaplarından bulduğu gerçek unsurları derlemiştir.
Bundan sonra pek çok kahraman sayısız heykel peşinde koşarak maceralar yaşamıştır.
Tenten refereanslarini seven Tardi, meşhur kahramanı Adèle Blanc'i 1976’daki albümü “Eyfel Kulesi Cini”nde
bir Asur şeytan kültünün heykeli Pazazu peşinde koşturmaktadır. Oldukça girift
bir kurguya sahip macera yerlilerin bu fetişe madde dünyasının ötesinde anlam yüklemelerini
tamamen ters yüz eder. Bu sefer şehrin ileri gelenleri, eğitimli-zengin tabakasından
bir grubun bu oryantal külte kendilerini irrasyonel bir biçimde kaptırmaları anlatmaktadır.
Tardi böylece belki de bireysel anlamda sadece “yerliler”in değil beyaz adamın da
düşündüğü kadarıyla rasyonel olamayabileceğini sergiler. Öyle ya çarmığa gerili
İsa heykeli yahut Meryem ana ikonu da fetiş değil midir esasen?
Tome-Janry döneminin Spirou ve Fantasio'sunun da heykel peşinde sürüklendikleri
bir macera vardır; Avusturalya macerası (1985). Aborjinlerin kutsal bir
heykelini bulan Count of Champignac bu yüzden tehdit altındadır zira bölgenin
madencileri bu buluntunun bölgede Aborjinlere haklar vereceğinden ve maden sahalarının
elden çıkacağından korkmaktadır. Macera klasik kaçırılma -kurtarma mizahi içinde
dinamik bir şekilde devam ederken arka planda hep yerliler, yerlilerin
kutsalları-toprakları, bu topraklar üzerindeki hakları ve beyaz adamın bitmek
tükenmek bilmeyen iştahı temaları devam etmektedir.
1988 yılında yayınlanan Yoko Tsunu albümünde (Le Matin du monde - The
Morning of the World) kahramanımız antik bir Endonezya heykelciğinin yüzünden
zaman ve mekan sınırlarını zorlayarak bir yolculuğa çıkar.
Fumettilerde yerliler ve heykelleri temaları benzer kalıplarla bolca kullanılmıştır,
sadece bir örnek verelim. Mister No Maya Heykeli macerasında (2004) bir
Maya heykelini Meksika topraklarında aramaktadır. Heykelin para-normal gücü
kahramanlarımızı kendine çekerken, heykele sahip olan kabileye ulaşmaya
çalışırlarken yardım istedikleri melez yerli ayak diremektedir: “Sizin
‘uygarlığınız’ henüz onları zehirlemedi… Umarım olabildiğince geç ulaşır”. Ama
bu güzel girişe rağmen tartışma Fumettilerin yapısı gereği derinleştirilmemekte,
üstünkörü birkaç cümleyle geçiştirilmektedir.
Pek çok heykelle bezeli Conan’ın dünyasında ise antropolojiye fazla kafa
yormaya gerek yoktur, kural basittir: heykeller daima tehlikelidir. Eğer bir
külte-dine-tarikata ait heykel bir macerada gözüküyorsa bu fetişin sahibi
kavim/topluluk ne kadar ilkel olursa olsun akla aykırı, uçuk iddialarını
ciddiye almak gerekir. Zira heykeller -ne kadar küçük veya zararsız gözükürse gözüksün-
maceranın akışıyla birlikte ya canlanır ya da başka bir tehlikenin kapılarının açılmasını
tetikler.
Yerli çizgi romanımızda da kahramanlarımız başı kimi zaman heykellerle
belaya girmektedir.
Karaoğlan’ın en ilginç maceralarından Hint Yıldızı macerasında bütün
hikâye bir Buda heykelinin boynunda asılı olan Hint yıldızı adı verilen bir mücevherle
başlar. Elbette Karaoğlan’ın da Hint prensesleri, mücevherler, tuzaklar ve
komplolarla geçen dört dörtlük bir ‘swashbuckling’ macerasının ortasında antropolojiye
kafa yoracak pek hali yoktur.
Ama en ilginç yerli macera ise tüm fetiş tanımını ve formülünü alt üst eden
Zorba hikayesi Galip Tekin'den ile gelir. Kahramanlarımızın yolu bir
köye düştüğünde köylülerin “Zorba” ismini verdikleri heykelle tanışırlar.
Heykel geceleri köyün kadınlarını etkisi altına almakta ve onlarla ilişkiye
girmektedir; dahası bu kadınların heykelden mutant çocukları olmaktadır.
Köylüler ne yaptılarsa bunu engelleyememişler, en sonunda hem vaziyeti hem de
melez çocukları kabullenmek zorunda kalmışlardır. Heykel köyde hem nefretin hem
de zevkin kaynağı olmuş, herkesin bildiği ama kimsenin açıktan konuşmaya
cesaret edemediği bir tabu olarak konumlanmıştır. Tekin’in pek çok hikayesi
gibi bu maceranın sonu da uzaylılarla açıklanır: fetişlerdeki alışılagelmiş
fetişin sahibi yerli / fetişi inceleyen-yorumlayan beyaz adam/bilim insanı
denklemi bozulmuştur. Bu sefer incelenen – hatta üzerinde deney yapılan- tüm insanlardır;
inceleyenler ise heykeli (“otomatik deney dölleme makinesi”) gönderen meçhul
uzaylılardır.