20 Mayıs 2022 Cuma

Heykel

 

Heykel

Antropoloji tarihinin en ünlü ve en tartışmalı isimlerinden Napoleon Chagnon birkaç yil önce 81 yaşındayken öldü. Amazon ormanlarındaki Yanamamolar üzerinde uzun yıllar çalışmış Chagnon oldukça tartışmalı bir isimdi zira zihnimizde inşa ettiğimiz barışçıl- doğayla uyum içerisinde yaşayan yerli imgesini çalışmalarıyla altüst etmişti. Ona göre Yanamamolar sürekli bir savaş hali içerisinde yaşamakta, güçlü köyler nüfusu azalan köyleri basıp erkekleri öldürüp çocuk ve kadınları kaçırmaktaydı. Cinayetler topluca işlendiği için belli bir yaşın üstündeki hemen her erkek mutlaka bir cinayete karışmıştı. Elbette pek çok antropolog bunun böyle olmadığını iddia etmekteydi; Chagnon ırkçılıkla ve kanıtları çarpıtmakla suçlandı.

 


Antropoloji sahası -hele ilk emekleme yılları- Batı’nın kolonyalizm ve oryantalizm tarihi yüzünden böyle pek çok tartışmayla dolu. Bunlardan biri de bugün Batı’da hemen her büyük şehrin etnografya müzelerinde sergilenen ‘fetiş’ adı verilen objeler. Bu başlık altında çeşitli masklar, ama özellikle heykeller ve heykel benzeri objeler toplanmakta. Ozellikle Ingiltere muzeleri dunyanin dort bir yanindan toplanmis heykellerle dolu. Fakat bu ismin kendisi bile tartışmalı. Zira pek çok 19. yüzyıl düşünürü bu fetişlerin-heykellerin yerlilerin soyut düşünme yeteneği olmadığından dolayı maddeye özel anlam yüklemeleri, büyüye-paranormale inanmaları, bu heykellerin doğa üstü güçlere sahip olduklarını sandıklarını söylemektedir. Bundan dolayı da bu heykeller yerliler tarafından kutsal olarak tanımlanmakta. Bu yaklaşıma bugün oldukça tartışmalı; Batılı-rasyonel-bilimsel akıl ve metodoloji her şeyi sınıflandırıp- isimlendirirken, üstten bakıp değerlendirirken gerçekleri mi bulmakta yoksa atladığı detaylar, yerlilerin yaklaşımlarında kavrayamadıkları gerçekler var mı?

Uzun suren sömürgecilik döneminde Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın en ücra köşelerindeki topluluklarda, kavimlerden toplanan -ve bugün Batı’da sayısız müzeyi dolduran bu heykeller popüler kültürün pek çok alanına -ve elbette çizgi romanlara da- zaman içerisinde sızmıştır. Çizgi roman dünyasında da bu egzotik/tuhaf heykeller bol miktarda kullanılmış; çizgi roman kahramanlarının egzotik coğrafyalara yelken açmasına vesile olmuştur. 

Çizgi romandaki pek çok ilk gibi Tenten bu konuda da çığır açıcıdır. Tenten “Broken Ear – Kırık Kulak” macerasında daha 1935-37 yıllarında bir fetiş heykelin ardında en güzel maceralarından birini yaşamıştır. Hikâye yine bir etnografya müzesindeki Arumbaya kabilesine ait heykelin çalınmasıyla başlar (Herge müzede gördüğü gerçek bir heykelden esinlenmiştir) ve kabilenin yaşadığı Güney Amerika’ya kadar uzanır. Herge Güney Amerika’da geçen kısımlarda ise Arumbaya kabilesi ve komşu kabile Rumbabaslar karşıtlığı ile barışçıl/savaşçı kabile etiketlerini de tartışmıştır. Bu hayali kabileleri, silahlarını, giysileri ve görünüşlerini yaratırken de dönemin bölgeyi anlatan gezi, referans ve etnografya kitaplarından bulduğu gerçek unsurları derlemiştir.  

 


Bundan sonra pek çok kahraman sayısız heykel peşinde koşarak maceralar yaşamıştır.

Tenten refereanslarini seven Tardi, meşhur kahramanı Adèle Blanc'i 1976’daki albümü “Eyfel Kulesi Cini”nde bir Asur şeytan kültünün heykeli Pazazu peşinde koşturmaktadır. Oldukça girift bir kurguya sahip macera yerlilerin bu fetişe madde dünyasının ötesinde anlam yüklemelerini tamamen ters yüz eder. Bu sefer şehrin ileri gelenleri, eğitimli-zengin tabakasından bir grubun bu oryantal külte kendilerini irrasyonel bir biçimde kaptırmaları anlatmaktadır. Tardi böylece belki de bireysel anlamda sadece “yerliler”in değil beyaz adamın da düşündüğü kadarıyla rasyonel olamayabileceğini sergiler. Öyle ya çarmığa gerili İsa heykeli yahut Meryem ana ikonu da fetiş değil midir esasen?


 

Tome-Janry döneminin Spirou ve Fantasio'sunun da heykel peşinde sürüklendikleri bir macera vardır; Avusturalya macerası (1985). Aborjinlerin kutsal bir heykelini bulan Count of Champignac bu yüzden tehdit altındadır zira bölgenin madencileri bu buluntunun bölgede Aborjinlere haklar vereceğinden ve maden sahalarının elden çıkacağından korkmaktadır. Macera klasik kaçırılma -kurtarma mizahi içinde dinamik bir şekilde devam ederken arka planda hep yerliler, yerlilerin kutsalları-toprakları, bu topraklar üzerindeki hakları ve beyaz adamın bitmek tükenmek bilmeyen iştahı temaları devam etmektedir.

1988 yılında yayınlanan Yoko Tsunu albümünde (Le Matin du monde - The Morning of the World) kahramanımız antik bir Endonezya heykelciğinin yüzünden zaman ve mekan sınırlarını zorlayarak bir yolculuğa çıkar.

Fumettilerde yerliler ve heykelleri temaları benzer kalıplarla bolca kullanılmıştır, sadece bir örnek verelim. Mister No Maya Heykeli macerasında (2004) bir Maya heykelini Meksika topraklarında aramaktadır. Heykelin para-normal gücü kahramanlarımızı kendine çekerken, heykele sahip olan kabileye ulaşmaya çalışırlarken yardım istedikleri melez yerli ayak diremektedir: “Sizin ‘uygarlığınız’ henüz onları zehirlemedi… Umarım olabildiğince geç ulaşır”. Ama bu güzel girişe rağmen tartışma Fumettilerin yapısı gereği derinleştirilmemekte, üstünkörü birkaç cümleyle geçiştirilmektedir.

  


Pek çok heykelle bezeli Conan’ın dünyasında ise antropolojiye fazla kafa yormaya gerek yoktur, kural basittir: heykeller daima tehlikelidir. Eğer bir külte-dine-tarikata ait heykel bir macerada gözüküyorsa bu fetişin sahibi kavim/topluluk ne kadar ilkel olursa olsun akla aykırı, uçuk iddialarını ciddiye almak gerekir. Zira heykeller -ne kadar küçük veya zararsız gözükürse gözüksün- maceranın akışıyla birlikte ya canlanır ya da başka bir tehlikenin kapılarının açılmasını tetikler.

 

Yerli çizgi romanımızda da kahramanlarımız başı kimi zaman heykellerle belaya girmektedir.

Karaoğlan’ın en ilginç maceralarından Hint Yıldızı macerasında bütün hikâye bir Buda heykelinin boynunda asılı olan Hint yıldızı adı verilen bir mücevherle başlar. Elbette Karaoğlan’ın da Hint prensesleri, mücevherler, tuzaklar ve komplolarla geçen dört dörtlük bir ‘swashbuckling’ macerasının ortasında antropolojiye kafa yoracak pek hali yoktur.

  


Ama en ilginç yerli macera ise tüm fetiş tanımını ve formülünü alt üst eden Zorba hikayesi Galip Tekin'den ile gelir. Kahramanlarımızın yolu bir köye düştüğünde köylülerin “Zorba” ismini verdikleri heykelle tanışırlar. Heykel geceleri köyün kadınlarını etkisi altına almakta ve onlarla ilişkiye girmektedir; dahası bu kadınların heykelden mutant çocukları olmaktadır. Köylüler ne yaptılarsa bunu engelleyememişler, en sonunda hem vaziyeti hem de melez çocukları kabullenmek zorunda kalmışlardır. Heykel köyde hem nefretin hem de zevkin kaynağı olmuş, herkesin bildiği ama kimsenin açıktan konuşmaya cesaret edemediği bir tabu olarak konumlanmıştır. Tekin’in pek çok hikayesi gibi bu maceranın sonu da uzaylılarla açıklanır: fetişlerdeki alışılagelmiş fetişin sahibi yerli / fetişi inceleyen-yorumlayan beyaz adam/bilim insanı denklemi bozulmuştur. Bu sefer incelenen – hatta üzerinde deney yapılan- tüm insanlardır; inceleyenler ise heykeli (“otomatik deney dölleme makinesi”) gönderen meçhul uzaylılardır.

  

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder