16 Ağustos 2019 Cuma

Rocco Vargas

Ispanyol sanatci Daniel Torres uzun yillardir harika illustrasyonlar ve cizgi romanlar uretmekte ama bildigim kadari ile Turkce'ye henuz bir eseri cevrilmedi. 





Stili meshur Herge'nin adiyla anilan Ligne Claire (Temiz Cizgi)'nin organik ve modern bir uzantisi (Atomic stil olarak da adlandirilmakta kimi yerlerde). Temiz cizgideki gibi mimikler ve yuzler basite, golgeler ve taramalar asgariye indirgenmis ama ote yandan renkler ve cizgiler cok net, arkaplanlar ve araclar-binalar cok detayli. Farki, figurlerin ozellikle de insan figurlerinin biraz daha stilize edilmis, orantilarin abartilmis olmasi. 

Henuz okuyamadigim baska cizgi romanlari da var ama Ingilizce'ye cevrilenlerin en uzun soluklu ve populer kahramani harika bir bilim-kurgu : Rocco Vargas. 

Rocco Vargas'la tanistigimizda kahramanimiz artik orta yaslarindadir, gencligi oldukca firtinali ve hareketli gecmis bir maceracidir. Ama artik oldukca durgun-dengeli bir yasam surmektedir. Bir taraftan meshur bir gece klubunu isletmekte ote taraftan bilim-kurgu hikayeleri yazmaktadir. Oldukca taninan populer bir yazar olmustur. 



Lakin bu dengeli yasamini kaza eseri bulastigi kisiler ya da gecmisinin hareketli gunlerinden cikip gelen eski dost ve dusmanlar bozmakta onu ister istemez kaosa suruklemektedir. Boylece hikayelerle birlikte hem Vargas'in gecmisine pencereler acip kisiel tarihini ogrenme firsati buluruz hem de yeni maceralara -biraz da isteksiz olarak-  yelken acmasina tanik oluruz. 



Vargas'in evreni uzaylilarla, mutantlarla, robotlarla ve cyborglarla dolu icinde bilim-kurgunun tum klasiklarini gorebileceginiz eglenceli bir evrendir. Insanlik gunes sistemi icindeki butun gezegenlere ve bunlarin uydularina seyahat etmis kimi yerlerde kolonilesmis veya oranin sakinleriyle tanismistir. Lakin gunes sisteminin bu gezegenlerarasi ortami barisseverlikten oldukca uzaktir; surekli bir yerlerden koloni savaslari haberleri gelmektedir. 

Torres insanligin yayilmasina ustaca bir set de cekmistir, evet insanlik bu gezegenlere ve aylarina rahatca seyahat edebilmektedir lakin en yakin yildiz bile erisilmeycek uzakliktadir. Vargas da bir anlamda bu yuzden pilotlugu-kesfetmeyi ve maceralari birakmistir zira onunde asilmaz bir set vardir. Bu yuzden hayalinde yarattigi bilim kurgu kahramanina maceralar yazmaktadir. 



Ama bu bilim kurgu evreninin en buyuk ozelligi bunlar degildir elbette, retro bir atmosfere sahip olmasidir. Evet ucan arabalari, uzay gemileri vardir ama hepsi 50'li 60li yillarin estetigine, dizaynina sahiptir. Giysilerden mekanlara, icilen kokteyllerden mesleklere-insan iliskilerine 50'li 60li yillarin dokusu, estetigi sinmistir herseye. Bu retro-gelecek olgusu, gelecekle gecmisin harmanlanmasi da cizgi romanin en onemli unsurudur. 


Klasik anlamda bir uzay kahramani-pilotu olacak Vargas'in cocukluk kahramani ise suphesiz turun oncusu Flash Gordon'dan baskasi degildir. 





13 Ağustos 2019 Salı

Çizgilerde Afrika


Çizgilerde Afrika 

Marvel'in muhteşem sinema evreninin önemli parçalarından birinin Wakanda ve önemli karakterlerinden birinin de Black Panter olmasından sonra Afrika'ya bu alışık olmayan bakış popüler kültürde-sinemada Afrika’nın ele alınışını tekrar gündeme getirdi. Bu bağlamda -bütün çizgi roman tarihini taramak imkânsız olsa da- çizgi romanda Afrika ve Afrikalıların ele alınışının önemli anlarının özetini yapalım istedim. 

Kara kıtanın ve Afrikalıların popüler kültürdeki temsili sömürgecilik ve kolonizasyon tarihi yüzünden hep problemli olmuştur esasen. Geçen on yıllar boyunca Batı kaynaklı popüler kültür üretiminde siyasal gelişmelere paralel belirgin bir evrimi takip etmek mümkün. 

Çizgi romanda bu tartışmanın en önemli başlangıcı Tenten’in Kongo macerasıdır (1932). Herge'nin gençlik yıllarının günahı olarak adlandırdığı ve sonradan özür dilediği bir eserdir. O günün zihniyetini/düşünce yapısını ele veren, bugünkü hassasiyetlerimizle okuduğumuzda oldukça tuhaf ve ırkçı bulabileceğimiz bir çizgi romandır. Herge'nin Afrika'ya ayak basmadan, dünyayı tanımadan oldukça genç bir yaşta ve dönemin doğrularıyla ürettiği eser sonradan Tenten'in (ve Herge'nin) ırkçı olup olmadığı tartışmalarına başlangıç noktası olmuştur. Herge'nin bu izi silebilmesi ise uzun yıllar almıştır. 

Albümde Afrikalılar adeta birer yetişkin-çocuk gibi zihinsel melekeleri çok gelişmemiş olarak yansıtılırlar. İnsandırlar ama öğretilmeye -eğitilmeye muhtaç birer çocuk gibidirler. Fiziksel olarak ise abartılı yüz hatlarıyla karikatürize edilmiş (dudaklar, burunlar) Afrikalı çizmek dönemin ve izleyen uzun yılların vazgeçilmez normudur adeta. Beyaz adamın Kongo'da işlediği günahlar bir tarafa beyaz adam medeniyet getirici, öğretici, kurtarıcı rolündedir. Macera 1946’da elden geçirilir; özellikle kolonizasyon tarihi ile bağları yumuşatılır. İlk albümde Tenten çocuklara Belçika’yı ülkeleri olarak öğretiyorken ikinci albümde basit bir matematik problemi çözmektedir. Buna rağmen albümün genel ırkçı tavrı ortadan kalkmamıştır. 




Tabi ki daha iyi örnekler de vardır; büyük usta Jije’nin yarattığı kahramanlar Blondin ve Cirage’da Blondin beyaz bir çocuk olarak serinin ana kahramanı olsa da sidekick rolünü üstlenen siyahi Cirage de ondan alta kalmamaktadır. Görünüş itibari ile az önce bahsettiğimiz şablona uygun çizilmiş olsa da oldukça akıllı olarak yansıtılmaktadır ve Frankofon gelenekteki başroldeki ilk siyahi kahramandır. 




Avrupa çizgi romanının kalbi Fransa-Belçika’da bunlar olurken Amerika'da ise Lee Falk ilk Afrikalı suçla savaşan kahramanı yaratmıştır (1934). Mandrake'nin yardımcısı/sideckicki Lothar(bizde Abdullah) bir Afrika prensidir belki ama heybetli cüssesi, üstün fiziksel gücüne rağmen özellikle ilk maceralarda konuşma melekeleri kısıtlı, fazla düşünmeyen bir aksiyon kahramanı, Mandrake'nin fiziksel gücü olmanın ötesine geçemez. Bugün baktığımızda komik ve yetersiz gözükse de toplumsal seviyede ayrımcılığı yoğun devam ettiren Amerika'da bu dönemine göre bir devrimdir adeta. Kadın-erkek ilişkilerinde ise ayrımcılık hala devam ettirmektedir, Lothar’ın sevgilisi siyahken Mandreke’nin ise elbette beyazdır. 



Bu ayrımın en belirgin olduğu çizgi romanlardan biri ise yine Falk'un yarattığı Kızılmaskedir (1936).  Kızılmaske 21 nesildir Afrika’da olmasına rağmen hala bembeyazdır zira bir şekilde hep beyaz kadınlarla evlenip nesillerini devam ettirmeyi başarmışlardır. Falk bir hikayeyle-bahaneyle elbette bunu maskeler, Phantom gençliğinde tanıdığı bir beyaz kıza aşık olur ya da kıtaya gelen bir gazeteciye ama bunlar kahramanın beyazlığını koruması için (ırk ayrımının devamı için) birer kılıftır. 

Sonuç olarak ne kadar vizyoner olsa da (siyahi bir kahraman yaratmış olsa da örneğin) Falk'un eserleri Amerika'da beyaz çocuklar için üretilmektedir; nesilden nesile ırklar arasında evliliklerle melezleşen bir Phantom'un donemin Amerika’sında okunma ve yaşama şansı yoktur. Unutmayalım ki bugünden baktığımızda ırkçı gibi yorumlayabileceğimiz detaylar zamanı için ilerici bile gözükmektedir; hala otobüslerinde coloured (renkliler) bölümünün ayrı olduğu Rosa Parks olayının henüz yaşanamadığı bir Amerika’dan bahsediyoruz.

Serinin kötü adamlarında sömürgeci, hırsız, Afrika’yı talan eden beyaz adamlar olsa da Kızılmaske yine kurtarıcı beyaz adam rolünü üstlenmiştir. Afrikalılar ise (istisnalar olsa da) irrasyonel bir şekilde birbirlerine düşen, sömürülen, korunmaya- kollanmaya muhtaç ve Kızılmaskenin etrafında örülen mite inanma saflığında olan kişilerdir. Bu haliyle Kızılmaske bir kurtarıcı beyaz adamın prototipi Tarzan’ın nesiller boyunca tekrarlanmış kostümlü süper kahraman aşamasına geçiş hikayesidir.

Yıllar sonra bu dönemin ayrımcı bakışı yine bir çizgi romanda Warren Ellis tarafından eleştirilir (Planetary - 2003). 


Çizgi romanın kahramanı Elijah Afrika’nın derinliklerinde, Wakanda tarzi bir gizli şehirde Tarzan’la konuşmaktadır. Tarzan İngiliz kızları dururken neden siyahlarla beraber olayım ki diye şaşırmaktadır. Konuşmanın devamında Afrika’da çok daha fazla vakit geçirdiği, mutlaka bir cinsel deneyiminin olmuş olabileceği ima edilince de siyahi kadınlar dışında (büyük olasılıkla yaşadığı hayvan topluluğunda) bazı cinsel deneyimleri olduğunu itiraf eder. Buna rağmen siyahi bir kadınla birlikte olmayı daha aşağı bir yerde görmektedir. Ama hikâyenin devamında bir siyahi prensesten melez bir çocuğu olur. 



Ellis adeta bütün pulp tarih adına günah çıkarmaktadır. Afrikalıların dilinden gelen eleştiri de ise Tarzan’ın kısaca iyi ve hoş olduğu ama bütün Afrikalıları kendi tebaası saymak gibi bir yanılgısı olduğu anlatılmaktadır.  

 İkinci dünya savaşı ve akabindeki süreçte pek çok Afrika devletinin bağımsızlığını kazanmasıyla kıtaya bakış da hızla değişir. Kirby ve Lee’nin teknolojik harikalarıyla Wakanda’yı ve Black Panter’i yarattığında yıl henüz 1966’dir ama Amerikan comics dünyasında asıl patlama 70’lerin başındaki blaxploitation akımı sırasında olur. Afrikalıların da tüketici olarak potansiyellerinin farkına varan yapan yapımcılar bu potansiyeli değerlendirmek (kimi zamanda sömürmek adına) birbiri ardına siyah kahramanların başrolü oynandığı ucuz macera filmleri çekmeye başlamıştır; Luke Cage, Misty Knight vb. birçok siyahi kahramanın birden sahne alması ise bu dönemin yansımasıdır. 



Bu dalga esnasında Storm ilk Afrika kökenli ana kadın kahraman olarak ortaya çıkar (1975). Storm’un en önemli özelliklerinden biri ise sadece bir siyahi Amerikalı kadın olması değil aynı zamanda güçlerini de Afrika mitolojisinden alıyor olmasıdır.  

Öte yandan Frankofon dünyada her şey doğrusal olarak gelişmemektedir elbette, inişli çıkışlı bir süreçtir bu iyileşme. Chaland’in meşhur kahramanı Freddy Lombard’ın Afrika macerası (Fil Mezarlığı) 1984’de yayınlanır.  Siyahları ele alış tarzı ve beyaz adamla ilişkileri açısından aradan on yıllar geçmiş olmasına rağmen adeta Tenten’in Kongo macerasının seviyesine bir dönüştür. 

Afrika'yla tarihi ilişkisi her zaman netameli olmuş İtalya ise konuya uzun yıllar Amerikan pulp hikayeleri tarzı (Tarzan, Kızılmaske) bir yaklaşım geliştirmiş olsa da son dönem yaratılan kahramanlarda bu değişmeye başlamıştır. Örneğin bu akımın son temsilcilerinden Adam Wild’da (2014) Afrikalıların hem fiziksel hem zihinsel yansıtılması geçmişe nazaran düzeltilmiş olsa da, Adam’ın sevgili zenci bir prenses olan Amina olsa da (en azından Tarzan ve Kızılmaske’nin kısıtlamaları umurunda değildir) kurtarıcı beyaz adam prototipi dönüşerek sürmektedir. 



Bütün bu tarih içerisinde üretilmiş belki de en ilginç çizgi romanlar ise bizzat Afrika için üretilmiş iki seridir. Apartheid rejiminin hala devam ettiği yıllarda Güney Afrika gazete bayilerinde iki kahraman belirir (1975): “Mighty Man” ve “Tiger Ingwe”. Görünüşte işçilik olarak oldukça kaliteli serilerdir. “Mighty Man” Güney Afrika’nın şehirli, modern yönünü yansıtan klasik bir maskeli kahramanken “Tiger Ingwe” Afrikalıların doğayla bağını, mitolojisini ve kırsal alanı temsil etmektedir. 



İşin aslı çok sonraları anlaşılacaktır, devlet Apertaid rejimini maskelemek, devletin kurallarına kanunlarına uyan, kendi çizdikleri ayrımcı çizgileri sorgulamayan siyah nesiller yetiştirebilmek için bir propaganda savaşı vermektedir. Bu iki kahraman da savaşın bir parçası olarak gizli fonlarla, paravan şirketlerle işin uzmanı profesyonellere yaptırılmış propaganda işleridir.

Benim favorim ise Afrika’yı ve Afrikalıları bir beyaz adam olarak kurtarmaya soyunmayan Corto’dur zira belki de en gerçekçi kahramandır. Ne onları anladığını- çözdüğünü iddia eder ne de kurtarıcı yahut kahraman olmaya hevesi vardır (1972 – Etiyopyalılar) : “Ben bir kahraman değilim”…  





6 Ağustos 2019 Salı

The Boys... Dizi vs Cizgi Roman

Diziyi sonunda yeni bitirebildim, cizgi romanla da karsilastirinca her ikisi icin de spoilerla dolu bir yorum cikti ister istemez: 

Sadece cizgi romanin bir degerlendirmesi icin The Boys

SPOILER

Cizgi roman uyarlamalarinda ister istemez akla gelen ilk soru -ozellikle cizgi roman okurlarinca- 'acaba ne kadar sadik bir uyarlama?' olmustur. Konu Boys olunca acikcasi sorunun cevabini daha da merakla bekliyordum ve diziyi yumusatacaklarini tahmin ediyordum. 



Ozellikle siddet ve cinsellik iceren sahneler oldukca yumusatilmis, bu da dogal zira beyaz perde ve tv ekranlari cesurlastikca cizgi roman dunyasinda daha niche daha tabu-yikan icerikler uretildi. (Benzer bir surec bizim ozel tvler-mizah dergiciligi ikileminde de yasandi yerel boyutta)  Kisitli bir kitleye hitap eden bu tarz cizgi romanlarin cok buyuk kitlelere hitap eden ekranlara birebir yanismasini beklemiyorum zaten. Bir kac ornek verelim : masum superkahraman karakterimiz Starlight'in Seven'a girisinde basina gelenler ornegin cizgi romanda Seven'in tum erkek uyeleri tarafindan yapilirken dizide bunun faturasi  tek bir karaktere 'Deep'e kesilmekte. Yahut dizide bir grup erkegi antreman yapmak icin cagiran  Queen Maeve, cizgi romanda onlarla bambaska seyler yapmakta. 

Bunlar uyarlama yapilirken verilmis kucuk kararlar/degisiklikler; cok takilmiyorum. 

Baska kucuk degisiklikler de var, ornegin cizgi romanda "little Hughie" olarak yaratilmis bir karakterin -ki fiziksel olarak ufak tefek biri- dizide oldukca uzun boylu olarak karsimiza cikmasi tuhaf olmus (bunla ilgili kendisiyle dalga gecen bir espri de var). Ya da Butcher'in anlasilmaz derecede sert olan aksaninin da aktor Karl Urban'in buyuk cabasina ragmen oldukca yumusamis olmasi. Cizgi romanin surekli absurt mizah urettigi Butcher'in kopeginin eksikligi de hissediiyor dizide.   




Ama hikayeyi etkileyen buyuk degisiklikler de var; ornegin cizgi romanda The Boys bastan beri Compound V'yi kesfedip hatta kendileri de superlerle mucadele etmek icin kullandiklari halde seride bu kesif oldukca uzun bir zamana yayilmis (aslinda bu yuzden de Mother's Milk'in adi seride biraz anlamsiz kaliyor). Zaten superlerle mucadele edebilmek icin hikayenin belki de ikinci sezonda bu yonde gelismesi sart. Ayni sekilde Hugie cizgi romanda uzun sure Starlight'in yeni kiz arkadasi oldugunu anlayamadigi halde dizide bu surec oldukca hizli gelismekte. Bir baska fark ise tum sezonun hemen hemen Seven'a odaklanmis olmasi. Oysa cizgi romanda Butcher diger ufak tefek super gruplariyla ugrasirken (evet Vought sirketinin Seven disinda bir cok super kahraman grubu var ) ve Seven'a karsi mucadelsini adim adim kurarken dizide Seven disinda cok az super karakter gorebildik. Bu da kisa surede cok sey anlatabilme kaygisindan kaynaklanmakta saniyorum. En bastan 4-5 sezon olacagi bilinse daha farkli kurgulanirdi eminim. Cizgi romanda  Ennis'in dine karsi da oldukca sert bir elestiri gelistirmis olmasina ragmen tipki yine Amazon'un Preacher uyarlamasinda oldugu gibi dine karsi elestiri dozaji azaltilmis (bunun da ticari kaygilarla da iliskisi var elbette). 




Sonucta Preacher uyarlamasindaki formul kullanilmis:  ayni hikaye yapitaslari degerlendirilmis (superler, bir sirket, compound V, onlarla derdi olan bir grup vs) ama karsimiza bambaska bir hikaye cikmakta. Bir nevi what-if hikayesi tadinda. 

Herseye ragmen tipki Preacher'i keyifle izledigim gibi The Boys'u da ilgiyle takip ettim zira okudugum cizgi romandan farkli karakterler olsa da Homelander-Butcher karsilasmasini ekranda takip edebilmek yine de keyifli bir deneyim. Tek istegim dizide henuz goremedigimiz The Legend karakterini ikinci seoznda gorebilmek.  :)