22 Aralık 2019 Pazar

Lady Mechanika

Lady Mechanika gecmisini hatirlayamayan, cesitli organlari robotik organlarla degistirilmis kahramanimizin adidir. Steampunk kurgusu icinde gecen bir dunyada (Mechanika sehrinde) bir yandan kendi gecmisinin pesindedir; kim oldugunu nasil bu hale geldigini arastirmaktadir diger taraftan da paranormal olaylari incelemektedir. Sehrin koruyucusu, paranormal dedektifi olarak hakli bir une kavusmustur bile. Buyuyle retro bir steampunk teknolojinin ic ice gectigi bir dunyada Joe Benitez'in yarattigi harika bir cizgi roman Lady Mechanika ve coktan kult statusune ulasmis durumda. Eski sayilari coktan yuksek fiyatlara el degistirmeye basladi bile.  

Cok grift, katmanli bir oyku dokusu bulunmamakta; hatta bilim-kurgunun, populer kulturun ana unsurlarini -ornegin golemn hikayesini- sikca kulanmakta Benitez ama bunlari harika cizgileriyle ve buyuleyici bir steampunk atmosferinde tekrar isledigi icin oldukca basarili oldu. 

Dogus hikayesi de gercekten ilginc, Beitez ana akim cizgi roman sirketleriyle calismaktayken dogal olarak conventionlari gezmekte. Ama conventionlarda genelde superhero ve manga-anime cosplayleri yaninda oldukca kucuk ama sadik bir kitlesi olan steampunk cosplayerlarini gorup bunlardan oldukca etkilenmis. Turun kendisine ilgi gostermeye ve okumalar yapmaya baslamis. Lady Mechanika da iste bu ilginin -ve bir anlamda turun fanatiklerinin sadakatinin- bir sonucu.









8 Aralık 2019 Pazar

Akrep

Eli kılıçlı çizgi roman kahramanlarının devrinin çoktan geçtiği düşünülebilir; oysa her şey güzel bir çizginin orijinal bir hikayeyle birleşmesinden geçiyor. Sinemada Karayip Korsanları serisinin yepyeni bir kitleyi yakalaması, yeniden insanları “Swashbuckler" türünün içine çekmesi gibi çizgi romanda da bu mümkün elbette. 

İşte Scorpion (Akrep) serisi de son zamanlarda türünde yaratılmış en orijinal ve en başarılı işlerden biri. Çizeri Marini'yi zaten başka serilerden ve çizdiği Batman albümünden tanıyoruz, kendi renklendirdiği sayfalarla harika atmosferler yaratmakta. Yazar Desberg ise nefes nefese takip edilen gizemlerle dolu bir tarihi hikâye kaleme almış. Bu yüzden Scorpion albümleri çok sevildi, İngilizceye çevrildi, toplam satış rakamları ise milyonlara ulaşmış durumda. 



Scorpion -Akrep- kahramanımızın lakabıdır, bu ismi sırtında doğuştan geldiği söylenen akrebe benzer izden almaktadır. 18. Yüzyıl İtalya’sında mezar soygunculuğu-define avcılığı ve modern arkeolojinin geniş spektrumunda oldukça serbest olarak hareket etmektedir. Ermişlerin, azizlerin mezarlarını bulmakta, bulduğu kemikleri yahut kutsal emanetleri el altından Roma’nın zengin ailelerine satmaktadır; diğer meslektaşları gibi sahte ürünler yerine çoğunlukla gerçek parçalar satmaktadır. Annesi Cadılık ve heretiklik suçlamaları ile o daha bebekken yakılmıştır, bu yüzden geçimini din üzerinden sağlasa da dinle ve dini kurumlarla arası pek hoş değildir. 



Kardinal Trebaldi’nin yükselişi ile keyifle sürdürdüğü yaşam düzeni birden bozulur. Kardinal Trebaldi mevcut Papa’yı öldürmek ve yerine geçmek amacındadır. Bir taraftan da ısrarla Scorpion'u ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Hikâyenin bundan sonrası oldukça dallanıp budaklanmakta, geri-dönüşlerle Hristiyanlık tarihinden sahnelerle oldukça girift ve gizemli bir hal almaktadır.

Öncelikle Roma imparatorluğunun dokuz ailenin oluşturduğu bir gizli meclisle yönetildiğini ve bu ailelerin artık dağılmakta, güçten düşmekte olan devleti kurtarma çabası olarak -inanmasalar da- Hristiyanlığa geçmeye karar verdiğini öğreniriz. Elbette bu kurguda tarihi gerçeklik payı yok değildir zira her ne kadar resmi Hristiyanlık anlatısı İmparator Konstantin’in (312'de) bir mucize ile imana geldiği ve bu sayede tüm Roma’nın Hristiyan olduğu şeklindeyse de akademik çalışmalar Hristiyanlığın artık çürümekte olan sisteme yeni bir motivasyon, yeni bir ideoloji kazandırmak için bir nevi devlet aklıyla kabul edildiğini düşündürtmektedir. Yani çizgi romanın kurgusu, uhrevi bir uyanma/imana gelme için değil tamamen dünyevi dengeler ve pragmatik amaçlar yüzünden Hristiyanlığın seçildiği konusunda haklıdır. 



İmparator Konstantin'in annesi Helen bu seçimin ardından kutsal topraklara ziyarette bulunmuş (326–28), bugün Hristiyan dünyanın en büyük kutsal emanetlerinden kabul edilen Gerçek Haç da (True Cross- İsa’nın öldürüldüğü haç) bu topraklarda ortaya çıkartılmıştır. Helen burada bulunan Venüs tapınağını yıktırır ve yerine bir kilise yapılmasını emreder. Ama efsaneye göre kazılar sırasında buradan 3 haç çıkar. Bunların İsa ve onunla aynı zamanda çarmığa gerilen diğer iki kişiye ait olduğu düşünülür. Helen'in başta sahip olduğu şüpheler bir rüya ve bir mucize sayesinde yok olmuştur. 

Oysa sonraki tarihi akış içerinden sık sık el ve coğrafya değiştiren, en son da İstanbul’un haçlı seferi sırasında yağmalanmasından sonra bütün Avrupa kilslerine yayılan gerçek haç parçaları hakkında rasyonel düşünmeye çalışan orta çağ yazarları bile büyük şüphe duymuştur. Örneğin Erasmus “o kadar çok gerçek haç parçası sergilenmekte ki bütün bu parçalar bir araya getirilse bir kargo veya ticarete gemisi inşa edilebilir” demekteydi. 



Oysa çizgi romanımızın merkezine oturan Hristiyanlıkta -özellikle Katoliklikte- önemli bir haç daha vardır: Aziz Petrus Haçı.  Anlatıya göre Aziz Petrus İsa ile aynı şekilde çarmıha gerilmek için fazla değersiz olduğunu düşünmüştü ve bu nedenle başağı edilmiş bir çarmıha gerilmişti. Petrus'un kendini değersizleştirmesi, İsa karşısında yerini-konumunu bilmesi daha sonraları alçak gönüllü olmanın bir sembolü oldu. 



Kardinal Trebaldi Papalığına giden yolda Aziz Petrus haçının kendi ailesinin eski şatosunda, koruması altında olduğunu göstererek öne çıkar. Bu adeta bir mucizedir zira Petrus için ‘Sen bir kayasın ve senin üzerine kilisemi inşa edeceğim” diyen İsa kendisinden sonra nasıl Petrus’u ve Roma’yı işaret etmişse Petrus'un haçının Kardinal'de bulunması ile de Petrus adeta yüzyıllar sonra Kardinali işaret etmektedir. 



Trebaldi'nin yükselişinin önlemenin tek yolu bu haçın sahte olduğunu ispatlamak ve gerçek Petrus haçını bulmaktır. Bu noktadan itibaren ise Hristiyanlık tarihinin tabularıyla oynamaya yoğunlaşan kurgu üzerinden popüler kültürün en sevdiği konulardan Tapınak Şövalyelerinin konuyla ilgisini keşfetmeye başlarız.  

1100’lu yıllardan 1300’lu yıllara dek yaklaşık 200 yıl Hristiyanlığın en güçlü ekonomik, siyasi ve askeri teşkilatlanmalarından biri olan Tapınak Şövalyeleri önce Doğu’da yenilmiş, sonra da Batı’da istenmeyen adam ilan edilmiştir. Popüler kültürde ise sürekli olarak gizemlerle ve saklı kutsal emanetlerle  birlikte anılmıştır. Çizgi romanda da Petrus’un haçının sırlarını – dolayısıyla Roma’nın ve Hristiyanlığın sırlarının-  onlar üzerinden kurgulanmış olduğunu görmekteyiz.  

Bir taraftan türünün klasikleri Zoro, Üç Silahşorlar yahut Monte Kristo Kontu gibi eserlere selam gönderen öte taraftan hikaye olarak Da Vinci Şifresi, Foucault Sarkacı  gibi daha güncel eserlerin örgüsüyle  örtüşen Akrep, kılıçbaz - silahşör kahramanların çizgi roman dünyasında hala nasıl başarılı olabileceğinin formülünü ortaya koymakta. 

28 Kasım 2019 Perşembe

Sherlock Frankenstein

Sherlock Frankenstein son donemlerin populer superkahraman serisi Black Hammer evreninden dort sayilik bir mini dizi. Yeni bir Sherlock Holmes uyarlamasi-yorumu. 

Seride kahramanimiz Sherlock Holmes'un Viktorya donemi Ingiltere'sinde sucla savasan bir deha iken once olumsuzluge kavusmasi (bir nevi Frankestain olmasina) ve sonrasinda Ameriaka'da superkahramanlarla savasan bir villiana donusum hikayesi ele alinmakta. Kendi basina da okunabilecek, Black Hammer evrenine baslangic yapilabilecek guzel bir seri.

Alternatif kapaklar oldukca guzel -favorim elbette Mignola-.






22 Kasım 2019 Cuma

Fantagor Press

Buyuk usta Richard Corben ana akim cizgi roman yayinevlerine cesitli isler (hem kapak hem icerik)  yapmis olsa bile cogunlukla Heavy Metal dergisi icin uretim yapti. Daha sonraki yillar kendi yayinevini ( Fantagor Press) kurdu ve dergilerde kalmis islerinin bir kismini cizgi roman formatinda yayinlamaya calisti. Ama uretimleri hem icerik hem de atmosfer olarak Amerikan cizgi roman pazarina cok uymadigindan olsa gerek bu cizgi romanlar cok fazla ses getirmedi yahut maddi basari saglamadi. Zaten malzeme olarak da comics formatina uygun isler degildi. 

Bunlara bugun ulasmak oldukca guc olsa da ustayi okumak -hele kendi renklendirdigi isleri- cok keyifli: 




16 Kasım 2019 Cumartesi

Ennis'den Superkahraman Hikayesi

Preacher ve The Boys'dan tanidigimiz Ennis, superkahraman hikayeleri yerine kendi deyimi ile daha ayagi yere basan karakterleri yazmayi seviyor. Ama bu kariyeri boyunca hic super kahraman hikayesi yazmadi demek degil; iste onlardan biri Authority ekibi icin yazdigi iki kisa hikaye:   "Kev" and "More Kev".

Kev aslinda bir asker, SAS gorevlisi. Devletin verdigi tum kirli isleri -kimi zaman beceriksizce eline yuzune bulastirsa da- sorgulamadan yapmakta. Isler cigrindan cikinca da yolu Authorty ile kesismekte. 

Ennis bir askerlik ve savas tarihi hayrani, hem Preacher  hem de The Boys'da konuyu bir sekilde savas tarihine baglayip askerlik hikayeleri de katmisti ana hikayeye. Yine ayni seyi yapmakta esasen; anlatilan aslinda Kev'in hikayesi. Authority tamamen geri planda kalmakta. 

Ama bu sayilarin asil onemi kapaklari ile sevdigimiz Glenn Fabry'nin uzun sure kapak resssamligina agirlik verdikten sonra bastan sona kendisinin cizdigi ender cizgi romanlardan olmasi.   







9 Kasım 2019 Cumartesi

Süper Kahramanlarımızın Kısa Tarihi

Süper Kahramanlarımızın Kısa Tarihi

Ülkemizde çizgi roman okuyucusu oldukça erken bir tarihte süper kahramanlarla tanıştı. Ama tercihi genelde ya eli kılıçlı tarihi kahramanlar ya da fumetti (yahut fumettilere ilham olmuş Amerikan pulp) çizgi romanları oldu. Tüketici beğenisiyle şekillenen piyasada istikrarlı bir şekilde yayınlanabilen süper kahramanlar ise uzun yıllar boyunca bir elin parmaklarını geçmedi. 



Belki de bu yüzden çizgi romancılarımız uzun yıllar süper kahraman üretmedi, bu türe pek yaklaşmadı. Buna teşebbüs edebilecekleri bir mecra bulmak da başka bir sorundu elbette. Gazeteler yerli üreticilerden birbirinin kopyası kılıçlı kahramanlar talep ediyordu, çizgi romanımızın bir başka üretim merkezi mizah dergilerinde ise zaten ciddi hikayelere nadiren yer veriyordu.
  
Bu yüzden süper kahramanlara yaklaşımımız çoğunlukla parodi ağırlıklı bir mizahi üretimle başladı. Gırgır ve türevleri mizahi dergilerde ve çocuk dergilerinde karikatürlerle, bantlarla başlayan “kahraman parodisi” süper kahramanları da içeriyordu. Bunlar kısa zamanda parodi çizgi romanlarını da doğurdular. En Kahraman Rıdvan (1980) doğrudan belli bir karakterin parodisi olmaktan ziyade değişik durumlarda kendini değişik kahramanlarla özdeşleştiren Rıdvan’ın maceralarını içeriyordu ve elbette süperler de Rıdvan’ın özendiği, taklit etmeye çalıştığı kahramanlar portföyü arasındaydı. Çizeri Bülent Arabacıoğlu’nun değme Frankofon kalitesinde ürettiği çizgilerle uzun yıllar Gırgır ve ardıllarında Rıdvan’ı maceraları devam etti. 




Kaptan Türk, Betermen ve daha nice çizgi kahramanlar-bantlar parodi formatında üretildi ama bunlar arasında belki de en orijinali bir Süpermen parodisi olan Fevkalbeşerdi. Memo Tembelçizer’in yazıp çizdiği Fevkalbeşer Osmanlı’da yaşayan bir süpermendi. Clark Kent misali gizli kimliğiyle (Kemalettin Kunt) Havadis-i Gündelik gazetesinde çalışmakta ve icap ettiğinde Fevkalbeşer kimliğiyle suçlularla boğuşmaktaydı. Yine Süpermen hikayesinde olduğu gibi Lamia Langırt isminde platonik bir aşkı bile vardı. 

Bu damar/gelenek bugün bile sürmektedir, en güzel güncel örneği Kutluhan Perker'in yarattığı Hulki karakteridir kanımca. Sinirlenince devasa bir canavar Hulk'a dönüşmek yerine küçülen (ama yine yeşile donen) Hulki abidir kahramanımız. Eğlenceli bir Hulk parodisi olduğu gibi aynı zamanda büyük şehirlerin keşmekeşinde, gündelik hayatın zorluklarında sıkışmış insanın çaresizliğine de gönderme yapmaktadır.  



Gerçek süper kahraman üretimimiz ise (fanzinleri saymazsak) çok sonraları geldi: Yazar Hakan Tacal ve çizer Mahmud A. Asrar tarafından yaratılan çizgi roman karakteri Pırılkız prototip bir süper kahramandır.  “Iman Ltd” ise yazar Hakan Tacal ve çizer Yıldıray Çınar tarafından yine aynı dergide yaratılmıştır ( Rodeo Strip dergisinde 2004-2005). 



Aynı evrende geçen hikâyeler hem senaryo hem de çizimleriyle (hem de crossover mantığıyla) klasik süper kahraman çizgi romanlarıdır. Ama kurgusal bir mekân-zamanı baz aldığı için yerel değil evrensel anlamda (ve herhangi bir comic book şirketinde yayınlanabilecek kalitede) üretimlerdir. Bu anlamda ilk yerli diyebileceğimiz süper kahraman ise belki de yine Tacal-Çınar tarafından yaratılan Karasaban’dır (2003). Karabasan’ın yerel mitolojiden beslenmesi bu alanda kendisine ayrıcalıklı bir yer açmasına neden olur. 



Yerel mitolojiden beslenen başka başarılı çizgi roman kahramanlarımız da var; örneğin Deli Gücük (2009) gibi. Ama Deli Gücük bir süper kahraman mıdır? 

Süper kahramanın formüle edilmiş, herkesin üzerinde anlaşabileceği bir tanımı yok. Kelimenin doğası gereği insanüstü güçlere sahip bir kahraman olarak tanımlansa bile biliyoruz ki kimi zaman insanüstü güçlere sahip olmak bile gerekmiyor. Batman, Ironman gibi kahramanlar aradaki farkı insani özelliklerinin limitlerini olabilecek en üst sınıra çıkartarak ya da teknoloji desteğiyle kapatmaktadır. Yahut mitolojinin yarı-tanrısı Herkül kendi bağlamında bir süper kahraman değilken Marvel evrenine eklemlendiğinde bir süper kahraman muamelesi görmekte. Burada bağlamın ve kahramanın evreninin nasıl konumlandığının önemi artmakta. Zira en önemli iki çizgi roman üreticilerinden Kurt Busiek ve Eric Larsen bile örneğin Flash Gordon'un süper kahraman olup olmadığı konusunda anlaşamadığını görmekteyiz. Evet normal insanlardan daha beceriklidir, teknolojik gadgetlara sahiptir ama ancak diğer bazı kahramanlarla (Mandreke ve Kızılmaske) team-up yaptığında (adeta bir süper kahraman takımı gibi) bir süper kahraman sayılabilir (bu bile tartışmalıdır). 

Bu bağlamda aslında oldukça enteresan bir karakter olan (belli bir kıyafeti, görünüşü, kimliği ve güçleri olmasına rağmen Deli Gücük'ü süper kahraman saymama taraftarıyım (bir gün Karabasan evrenini crossoverla ziyaret etmediği surece). 

Süper kahramanların müthiş beyazperde başarısından ve çizgi roman piyasasının yeniden hareketlenmesinden sonra artık ülkemizde de yeni karakterler yaratılmakta.  Kasap (2017) ve Vamp (2016) gibi oldukça başarılı yeni dergiler denenmekte.  


Ama hakkının yeterince teslim edilmediğini düşündüğüm bir başlık ise yalnızca Otlak dergisinde iki macerasını görebildiğim Gülleci (2015) karakteri. Afşin Kum’un yazdığı Mam Cici’nin çizdiği Gülleci belli yaşın üstündeki herkesin hatırlayacağı tebeşir atan öğretmen klişesi üstüne bina edilmiş. Bu yeteneğine fizik bilgisini de ekleyen Enver öğretmen artık maskeli bir kahramana dönüşmüştür.   



Bütün bu yeni denemeler ümit verici olsa da bugüne değin hem hikayesiyle hem de çizimleriyle Karabasan kalitesini yakalayabilen yerli bir örneğe henüz denk gelmedim. Ama umuyorum ki bu denemeler devam eder.  


7 Kasım 2019 Perşembe

Angela

Angela ile Guardians of the Galaxy'nin Bendis sayilarinda karsilastim.


Ama bir gariplik vardi; hem ismi hem de orjin hikeyesini anlatirken kurdugu orgu ne Bendis anlatimina ne de genel Marvel hikayelerine uyuyordu. Zira ana akim cizgi romanlarda teolojik cagrisimlar yapabilecek hikayeler ya ustu ortulu anlatir ya da etrafindan dolasilarak. Oysa Angela, Heaven - Cennet denilen bir yerden nasil oldugunu bilmedigi bir sekilde geliyordu ve nasil dunyada Cennet hakkinda hikayeler anlatiliyorsa Cennet'de de Dunya hakkinda hikayeler duymustu.



Isin aslini kapaktaki notla aydinlandi, meger tum Angela kurgusu ve orjini  1993'de Neil Gaimann tarafindan yaratilmis. Todd McFarlane, Spawn icin degisik yazarlari davet ettigi sayilarindan birinde  Gaiman Angela ve diger bazi yan karakterler yaratmis.



Isin trajikomik yani ise Marvel'dan benzer sikayetler yuzunden ayrilip Image kurucularindan biri olan McFarlane'in benzer bir sekilde Angela karakterinin ustune yatmasi ve Gailman'la davalik olmasi... Mahkemeyi kazanan Gailman sonraki surecte Angela karakterini de Marvel'a satar. Olayin detaylari icin :

https://en.wikipedia.org/wiki/Angela_(comics)





29 Ekim 2019 Salı

Yeni Asterix Albumu: Sefin Kizi

Asterix'in yeni albumunu bir suredir bekliyorduk. Yayincilarin buyuk hedefi albumu ayni gun bircok dilde yayinlamakti ama Ingilizce yayini bir-kac gun gecikti. Toplam baski sayisi icin ise 5 milyon gibi muazzam bir rakam telaffuz ediliyor, elbette bu oldukca uzun sure icinde yavas yavas tuketilecek. Turkce baskinin ne zaman gelecegi ise henuz belli degil. 



"Sefin Kizi" album basligi koyun sefinden degil ama tum Galyalilarin sefi Vercingetorix'in kizindan bahsediyor. Daha once kendisinden cesitli albumlerde bahsedilmisti ama bir kizi oldugunu bilmiyorduk. Bu bosluk ustaca kotarilmis : "Ozel hayati hakkinda ketum olmasi" bahanesiyle  ve Sezar'a teslim olmadan once kizini arkadaslarina emanet etmesiyle aciklanmis. Vercingetorix'in kizinin adi ise Adrenalin. 



Albumun kapagini gorunce aklima ilk gelen album Asterix Ispanya'da olmustu zira Arenalin'in kapaktaki durusu ve tavri Romalilarin pesinde olduklari bir baska sef cocugu Pepe'yi cok andiriyordu.  


Hatirlanan bir diger album ise elbette bu sefer Vercingetorix'in kalkanindan bahseden Sefin Kalkani. Malum o albumde kahramanlarimiz efsanevi sefden kalan bir artifacti Sezar'a teslim ettigi kalkanini aramaktaydi. Yeni albumde de Romalilarin peslerinde olduklari sadece Adrenalin degil ayni zamanda babasinin ona verdigi ve Adrenalin'in surekli boynunda tasidigi bir artifact : Sefin Torc'u. Album kapaginda da boynunda gorulen taki. 

Bu taki Kelt kulturunun ayrimaz bir parcasiymis ve Gallilerin Vercingetorix'in yenilgisinden daha onceki bir yenilgisine atifta bulunan 'The Dying Gaul' heykelinde de en on planda olan unsur: 





Yazar Ferri unutulmaz bir Asterix hikayesi yaratamamis maalesef ama saydigimiz bazi eski hikayeleri de cagristiran tatmin edici/orta karar bir hikaye kaleme almis. Kahramanlarimiz bu sefer bir cocuk olan Pepe ile degil bir genc olan Adrenalin ile (isim de karakterini yansitmakta) ve genc olmanin beraberinde getirdigi zorluklarla  ugrasmakta. Asterix icin bir ilk sayilabilecek bir unsur ise Adrenalin'in kurtarilacak/korunacak yahut korkulacak kadin olma sablonun otesine gecip belki de albumlerde gorulen ilk kadin kahraman olmasi. Bir baska ilk ise  Greta Thunberg ile Bati'da  gencler arasinda zirveye cikan cevre duyarliliklarina yapilan gondermeler.  





Cizer Conrad ise yine tek kelimeyle kusursuz bir is cikarmis, keske hikaye de buna ayak uydurabilecek seviyede olabilseydi. 

17 Ekim 2019 Perşembe

Transmetropolitan


Siberpunk, teknolojinin geliştiği ama bilinen, alışılmış anlamda kabul gören toplumsal ilişkilerin bozulduğu- çözüldüğü bu ilişkilerin başka bir düzlemde yeniden tanımlandığı distopik bir bilim kurgu türü olarak tanımlanır. Çoğu zaman ileri teknolojiyle birlikte sefillik, perişanlık bugünkü bakışımızla belki ahlaki düşkünlük görünür ve yaygın olmuştur. Sinemada tür için verilen en bilinen örnek Blade Runner'dır elbette ama bir diğer film Johnny Mnemonic benim asıl favorim.

İşte Transmetropolitan böyle bir distopik yakın gelecekte geçmekte. The Authority ve Planetary gibi çizgi romanlarla süper kahraman türüne yepyeni bir soluk kazandıran Warren Ellis'in yazdığı yine süper kahraman çizgi romanlarında pek çok tabuyu yıkmış The Boys serisinden tanıdığımız Darick Robertson'ın çizdiği bir seri. 1997-2002 yılları arasında 60 sayı olarak yayınlanmış seri çoktan çizgi roman klasikleri arasında yerini almış durumda. Yapılan pek çok "en iyi çizgi roman" listesinde kendine yer bulmakta. 

Artık emekli olduğunu düşünen kahramanımız Spider Jerusalem'i şehirden ve medeniyetten elini eteğini çekmiş, doğaya sığınmış saçı sakalı birbirine girmiş bir vaziyette buluruz ilk sayıda (bu halini pek çok kişi Alan Moore'a benzetmektedir). Fakat şehir ve medeniyet bulaşıcıdır, peşini bırakmamaktadır. Eski editörü yasal yükümlülüklerini ve yazması gereken kitapları hatırlatınca Spider mecburen şehre ve mesleği gazeteciliğe dönmek zorunda kalır. 
Bu noktadan sonra Spider hikayeler yakaladıkça ve bunları yazdıkça onun çağını ve şehrini adım adım keşfetmeye başlarız.





Evet teknoloji inanılmaz ilerlemiştir, her yerde kameralar ve mikrofonlar kesintisiz yayın yapmaktadır. Herkes her an ‘online’dır adeta. Bu kadar erken bir tarihte (Twitter'ın, Facebook ve Insagram’ın olmadığı bir tarihte) yayınlanmış olmasına rağmen internetin ve sosyal medyanın bugün gelmiş olduğu hali, bilgi ve haber bombardımanını, bunun nasıl insanları hem birey olarak hem de topluluklar olarak yönlendirdiğini, manipüle ettiğini Ellis eserinde tahmin etmiştir (Son Amerikan başkanlığı ve Brexit seçimlerinde sosyal medyanın rolünü ve post-truth tartışmalarını akla getirmektedir). 

Bunca teknolojik gelişme karşısında insanoğlunun ezeli sıkıntıları, varoluşsal problemleri ise devam etmektedir; teknoloji bunları çözmek yerine insanlara bunları kanalize edecekleri yeni olanakları yaratmıştır. Çizgi romanın en sık tartıştığı konulardan biri post-biyoloji ve trans-human gibi kavramlardır. 

Örneğin insanlık bir uzaylı türüyle iletişime geçmiş ve bu tür genetik kodlarını insanlara satmayı kabul etmiştir. Transient ismini alan bir grup insan ise insan olmaktan bunalmış, adım adım kendilerini genetik modifikasyonlarla bu uzaylı ırka benzetmeye başlamıştır. Devlet kişisel bazda buna müsamaha göstermektedir. Fakat bunların bir araya gelip şehrin bir bölgesinde haklarını araması ise devlet tarafından tahammül edilemeyecek büyük bir problemdir. 

Bir diğer grup ise kendi biyolojik bedenlerinin engellerinden sıkılmış, ölümsüzlüğü aramaktadır. Bunun yolu ise bellidir, milyonlarca nano robottan oluşan bir bulutsu bir ağa bilinçleri ve hafızaları yüklenir, geride bıraktıkları biyolojik beden ise adeta dinsel bir törenle imha edilir. Böylece hem biyolojinin ötesine hem de insan olmanın ötesine adım atmış olur. İnsan zihni ve bilgisayarlar arasında doğrudan iletişimi hedefleyen -belki de yıllar sonra bilinç dediğimiz şeyi mekanik aygıtlara yükleyebilecek ve simüle edecek- şirketler kurulmaya başladığını hatırlayalım.  



Yaşadıkları çağdan sıkılanlar için ise kaçacakları simüle edilmiş dünyacılar da vardır. Belli bir dönemin/coğrafyanın içinde mi yaşamak istiyorsunuz; gerçek insanlarla simüle edilen bu Westworldvari dünyalardan birini seçebilirsiniz, bir farkla : Buraya girmek isteyen insanlar bilerek ve isteyerek hafıza ve bilinçlerini sıfırlamakta yani gerçekten o dönemde yaşadıklarını sanmaktadır. 

İngiltere kökenli bir yazar olan Ellis Amerika'ya da keskin göndermelerde de bulunur: seri gelir adaletsizliği ve sosyal devletin eksiklikleri yüzünden sokakta yaşamaya mahkûm olanlar yahut çocuk yaşta fuhuş yapmak zorunda kalanlarla doludur. 



Dinler ise çoktan gerçeklik iddialarını bir tarafa bırakmış tek dertleri daha çok satmak daha çok müşteriye ulaşmak için kendilerini adeta bir ürün gibi pazarlayan metalara dönüşmüştür. Saat başı yeni bir din doğmakta ve markete katılmaktadır.    



Bütün bu savrulmalar dışında bir de büyük hikâye vardır seri boyunca süren; yeni başkanlık seçimi: şimdiki başkan "Beast" ile ondan da beter bir yozlaşma içinde olan Smiley'in yarışı. Beast adında kaba-sabalığı nobranlığı karakter zaafları ve fiziği ile Nixonvari bir başkanı simgelemektedir ama günümüzün koşullarında bakarsak Trump'ı nokta atışı yakalamıştır Ellis. 



Bütün bu hengâme içinde Spider'ın derdi ise gerçeğin peşinde koşmak, otorite ile mücadele etmek ve okurlarına bunu yayabilmektir. Birbirinden beter iki politikacının da, bir nefret cinayetini örtmeye çalışan polisin de foyalarını ortaya çıkarmaya kararlıdır. Alkolik, uyuşturucu ve zihin geliştirici madde müptelası siber punk bir uyarıcıdır adeta.  

İktidarı ve hegemonyayı karşısına alması elbette sıkıntılar doğurur. Önce öldürmeye çalışırlar sonra da sistemin bir parçası haline getirirler. Susturmayı değil onu çoğaltarak etkisini azaltmayı denerler, bir süper-kahraman olarak filmlerini, çizgi karakter olarak çizgi filmlerini ve porno film yıldızı olarak filmlerini çekerler. Böylece kendisini çoğaltarak etkisini silikleştirmeye çalışırlar. 

Ama Spider'ın deyişi ile kendisi dokunulmazdır, ölümsüzdür; zira gerçeğin peşindedir.  



Ellis kurguladığı gelecek üzerinden günümüzün dünyasına ayna çevirmektedir. Bilginin çoğaldığı ama gerçeğin bulanıklaştığı, teknolojinin hızla ilerlediği ama toplumun her kesiminin artan refahtan aynı payı alamadığı, insanlığın biyolojik tanımının bile değişmeye başladığı hem muhteşem potansiyellerle hem de korkunç olasılıklarla dolu bir dünya.  

13 Ekim 2019 Pazar

Dehset Bey

Dehset Bey Kutlukhan Perker'in cizdigi Murat Mentes'in yazdigi 2016 yilinda Karakarga dergisiyle beraber fasikul olarak hediye edilmis, 6 sayi surmus bir cizgi roman. Sonralari Perker'in calismalarini topladigi albumlerden birine girdi mi emin degilim ama maaleef yayin hayati su ana kadar oldukca kisa kalmis durumda.





Alt basligi Polis-Koruma-Katil kahramanin hikayesini de aslinda ozetlemekte; eski bir polis olan 'Dehset Engiz' sonralari koruma olarak calismaya baslamistir ama bir farkla : korumakta oldugu kisilerin dusmanlarini da oldurmektedir.

Dehset bir yaniyla oldukca Tarantinovari, yerli cizgi romanimizda pek gorulmeyen bir karakter; ote yandan siyasi gecmisiyle ise oldukca yerli bir celiski icinde bocalamakta. Dehset Beyin bir de hayali arkadasi var : kendisiyle derin felsefi muhabbetler ettigi Jean Baudrillard. Ozellikle Matrix'den sonra populer kultur dunyasinda dolasima giren Fransiz filozofun bu cizgi romana sizmasi da sasirtici degil. Zira cizgi romanin metin yazari Mentes romanlariyla taniyor olsak da eski siyasal Islamci bir kalem. Islamci entellektuel dunyadaki son nesil genc kalemlerin ise postmodern filizoflara duydugu ilgi malum. Modernizm, teknoloji, kapitalizm ve Bati elestirisini kendi uretemeyen bu kesimler (hatta kimi zaman bilim ve rasyonel dusunce elestirisini bile) yine Bati'nin postmodern kalemlerden odunc almaktaydi.




Postmodern kalemler demisen Dehset Bey'in korudugu kisinin ise nobel odullu yazar Orhan Pamuk'u temsil eden Okan Mahur oldugunu hatirlatalim. Pamuk'un bir donem yaptigi cikislar uzerine aldigi tehditler gibi tehditer almaktadir yazar Okan Mahur. 


Yazarin pesindekiler ise asiri milliyetci diye nitelenen karanlik isimlerdir: Alparaslan Forsa, Bekir Kerbela ve Rakim Calapala (Mentes insan isimleriyle oynamayi romanlarinda da bol miktarda yapmakta).  Isin ilginci Dehset bey de gencliginde bu grupla ideolojik baglantisi olan bir isimdir, sonralari onlardan yolunu ayirmistir.



Burada bir parantez acalim: Mentes, Dehset Bey'e kendi gecmisinin hesaplasmasini yaptirmakta (bunu milliyetci bir grup uzerinden ele almakta) ama aslinda kendi hikayesini anlatmaktadir. AKP nin ilk iktidar yillarindan itibaren Islamci kesim bir butun olarak hareket etse de yillar gectikce ve AKP otoretiklestikce, genc Islamci aydinlarin tatli ozgurluk-insan haklari-devrim ruyalarini bir bir gomdukce buyuk cogunluk kendini iktidar nimetlerine eklemlerken, teslim olurken Mentes gibi birkac isim mensubu bulundugu camiadan giderek kopmustur. Gezi sureci de onemli bir donemectir bu seruvende. Baudrillard'a  "Kendinden emindin, dunyayi degistirecegine inaniyordun " derken kendi gencligini sorgulmakta, Islamci bir iktidar projesinden duydugu hayal kirikligini sergilemektedir. "Degismesi, ideolojik kanserden kurtulmasi" ise eski dostlari gozunde dupeduz ihanettir.

En sonunda ise Dehset Bey'in eliyle eski arkadaslariyla hesaplasir Mentes.

Perker gibi bir ustaya ise diyecek bir sey yok her zamanki gibi harika bir is cikarmakta.