27 Ocak 2018 Cumartesi

Sandcastle

Deniz kenarinda siradan bir gun gecireceklerini sanan bir grup insan kendilerini birden tuhaf bir girdabin icinde bulur; kucucuk kumsala sikismislardir, zaman olagandisi bir bicimde akmaktadir ve hizla yaslanmaya baslarlar. Kumsaldan zaman ve mekansal olarak kacis yoktur. 


Biraz meshur dizi "Lost"u animsatan plotuyla bir bilim-kugu ya da fantazi hikayesi olarak siniflandirabilecegimiz "Sandcastle" aslinda bunu daha fazla desmemekte. Hikayenin bilim-kurgusal yonunden ziyade kistirilmis bu grup insan arasindaki iliskilere, insanlik hallerine odaklanmakta. Siz neler olup bittigini anlamaya calisirken "bak benim anlatacagim baska seyler-daha onemli mevzular var" diyerek sizi oradan uzaklastirmakta: 



Irkciliktan cinsiyetcilige, yaslanmadan-hastaliktan cinsellige, doguma ve olume kisaca toplumsal hayatinin hemen hergun karsilasilan sorunlari-mutluluklari ustune yogunlasmakta; bunlarin herhangi birini de derinlestirmeden (zira derinlesme icin zaman yoktur, zaman doludizgin akmaktadir) grafik romanin hizli temposuyla birbiri ardina ustumuze boca etmekte. 

Ne hikayesiyle (Oscar Levy) ne de -zaman zaman etkileyici paneller yakalasa da - cizgileriyle (Fredik Peeters) cok ahim sahim bir grafik roman degil Sandcastle; yine de meraklisinin ilgisini cekebilir. 



`

25 Ocak 2018 Perşembe

Memet ile Memo

Memet ile Memo

90’lı yılların başı... Türkiye’nin en büyük sorunu PKK; Kürt meselesinin açıkça konuşulup tartışılamadığı, PKK eylemlerinin yoğunlaşıp doruk noktasına ulaştığı, Doğan Güreş’in Genelkurmay başkanı olduğu ve Türkiye’nin Tansu Çiller’li, Mehmet Ağar’lı, Abdullah Çatlı’lı, Susurluk’lu yıllara doğru doludizgin sürüklendiği yıllar...

İşte tam da bu dönemde yayın hayatına başlayacak olan Joker dergisinde çizmek için Hasan Kaçan’dan teklif alır Necdet Şen:

"Keşke şu PKK konusunu çizsen ne güzel olur, tam da senin kalemin bu siyasî mevzular" dedi. Pek istemedim. "Bilirsin" dedim, "ben bir kez bu konuları yazıp çizmeye başlarsam, tepkinin, tehditin, suç duyurusunun ardı arkası kesilmez; o saatten sonra ne kendime sansür uygularım, ne de uygulatırım; buna varsan çizeyim". 

Bir sansür olmayacağı teminatı üzerine “Memet ile Memo” çizgi romanı başlar Joker’in 1. sayısında ve derginin 15. sayısına kadar sürer. (1992-1993) Hikâye İstanbullu bir Türk genci olan Memet ile Diyarbakırlı bir Kürt genci Memo’nun askere çağrılması ile başlar. Hikâyenin ilk sayfaları, asker olan Memet üzerinden dönemi için oldukça cesur bir zorunlu askerlik sorgulanması ve askerlik sistemi hakkında eleştiridir. Memet daha ilk gününden itilir-kakılır, küfür ve dayak yer; onlarca tek tip askeri elbiseli arasında ‘Ben bunlardan hangisiyim?’  diye sorar kendine. ‘Vatan için ölür müsün?’ diye sorulmaktadır, ‘Yaşar mısın diye soran yok’ tur. Komutanlar ‘orduevi lokalinde göbeğini ısıtırken eksi 12 derece ayazda kalaşnikoflu pusuya doğru yürüyen’  Memetlerdir.  

Annesinin dolması, reçel ve İstanbul’un çöp kamyonlarına bile özlem duyarak nöbette uyuyakalan Memo askerlik gerçeği ile tanışır. (Joker 4)


Bu sırada Memo ise herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı bir takım resmi plakalı “sivil” kişilerce infaz edilmeye çalışır ama yaralı olarak kurtulur. Bundan sonra yolu PKK ile kesişecektir. Güneydoğuya asker olarak sevkedilen Memet’in evinde de işler sıra dışı seyretmektedir; o güne değin medyada gösterilen – işlenen - istenen gururlu, vakur, bir evladı daha olsa onu da vatana feda etmeye hazır, devletin beğendiği asker – şehit - gazi aile portresinin aksine Memet’in ailesi endişelidir. Fakat bu endişe henüz sadece içten geçirme aşamasındadır: ‘Hay sıçayım böyle düzene! Sokayım Vatan-Millet edebiyatınıza... Benim oğlum be oralarda bok yoluna gidecek olan!  Canımın bir parçası.’    Memet’in babasının sadece içinden geçirmeye cesaret edebildiği bu endişe yıllar sonra gerçekten dillendirilmeye, şehit cenazeleri isyan eden, komutanlardan hesap soran aile görüntülerine sahne olmaya başlar. 

Çizgi romanın yayımlanmasının üstünden geçen yirmi seneden sonra bugün hala aynı tezleri farklı ağızlardan dinlemekteyiz. Devletin değişmeyen-eskimeyen yüzü (Joker 6)


Modern öncesi dönemde sadece yağma, din uğruna gaza ideolojisi veya şehitlik mefhumu yeterli olabilirken modern devletin yurttaşlarından hayatlarını talep ederken –ve alırken- buna karşılık herhangi bir değer yaratamamasıdır sorun. İnsanları askerlik yapmak, ölmek ve öldürmek amacıyla mobilize edebilmek adına “Vatanseverlik” ve “ulusal onur” gibi kavramlarla geleneksel/dinsel şehitlik kavramını kullanmaya çalışması  yeterli olamamakta (Akkoc:2010); PKK ile mücadele yıllara yayılıp uzadıkça bu kavramlar da aşınmakta bir taraftan doldurulmaya çalışılan içleri sürekli boşalmaktadır. Gittikçe bireyleşen ve bencilleşen yurttaşlar artık ölmeye eskisi kadar kolay ikna edilememektedir; sevgililer, aile, kariyer kisacasi hayat "vatan"a agir basmaktadir. 

Dağ başında her şey sorgulanır. (Joker 7)

Hikâye bir pusu esnasında Memo ile Memed’in karşı karşıya gelmeleriyle devam eder; birbirlerine ateş etme tereddüdündeki karakterler dağda aynı çığın altında kalır. ‘Aynı çığın altında kalma’ bu iki kesimin - toplumun kaderlerinin iç içe geçmişliğine, ölünecekse hep beraber ölüneceğine yaşanılacaksa da hep beraber yaşamanın bir yolunu bulmak gerekliliğine yapılan anlamlı bir çizgi roman göndermesidir (Galip Tekin'in ayni ormanda olma allegorisini hatirlayalim). 

Hikâyenin sonunu anlatmayalım elbette ama “Memet ile Memo”nun bir çizgi roman olarak akıbetinden ve etkilerinden bahsedelim; böylesine aykırı bir ses veren çizgi roman içeriğinden ötürü dava konusu olur: 

Ama medyanın ve cemaatçi entelijansiyanın inatla görmezlikten geldiği bu çizgi romanı sayın muhbir vatandaş ve vazifeşinas cim savcısı görmezlikten gelemezdi. Nitekim gelmedi de. Memet ile Memo'ya Türk Ceza Kanunu'nun 159 sayılı maddesinden dava açıldı. Yöneltilen suçlama: "Devletin Emniyet Kuvvetlerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine yayın yoluyla hakaret" idi. 

Dava Necdet Şen’in beklemediği bir şekilde beraatla sonuçlanır, hatta gerekçeli karar çizgi romana övgüler düzmektedir:  

...hayalî roman kahramanlarının farklı kesimlerden farklı toplumlardan gelmiş olmalarına rağmen, meydana gelen bu anlamsız savaşın hiç kimseye hayır getirmediğini ve savaşın anlamsızlığını anlatarak anne ve babaların çektiği acıları dile getirerek, romanın tümü okunduğunda okuyucu üzerinde sonuçta aynı toplum biriminde ayrı kültür birimlerinden gelen bu insanların acılar içinde yaşadığı, her iki tarafın da anne ve babalarının ve toplum birimlerinin bu acıları paylaştıkları, daha büyük boyutlarda yaşadıkları anlatılarak, toplumda savaşın mantıksızlığı dile getirilerek, özde beraberlik ve kardeşlik duygularını mesajının verildiğini ifade etmişti 

Oysaki davanın açılması bile dergi patronlarının tepkisi çekmeye yetmiştir; olan bitene bakılırsa tek meselenin çizgi romanın davalık olması olmadığı anlaşılır. Süreçte iktidar sahiplerinin müdahil elini görmek mümkündür:  

Joker'in kapatılma nedenlerinin en önemlisinin, derginin patronu Münci İnci'ye bu konuda çektiğim rest olduğunu sanıyorum. Dava açılınca beni azarlamaya kalkıştı ve aldı cevabını. Bunun üzerine dergiyi yönetenlere "bu çizgi romanı kaldırın, yoksa size kâğıt vermem" diye tehdit etmiş. Onlar utana sıkıla "konuyu, öyküyü yumuşatmamı ya da bitirmemi" rica ettiler, ben de onlara "bu konuyu çizmemi isteyen sizdiniz, şimdi sıkıyı görünce çark edemezsiniz, bu hikâyeyi bitireceğim zamana ben karar veririm" dedim, ısrar edemediler. Birkaç hafta sonra dergi küt diye kapandı. Oysa ben öyküyü bitirmiştim zaten. Birkaç haftalık telif ücretim de o arada boğuntuya getirildi. 

Hikâyenin keskinliğinin ve açılan davanın Joker dergisinin kapanmasındaki payını tam olarak tespit etmek zordur zira bunda mali unsurlar da etkili olmuştur (Cantek, 1996:299). Zaten CR dergileri cok uzun soluklu olamamaktadir. Fakat “Memet ile Memo”nun başına gelenler popüler kültürün tam bir ideolojik mücadele alanı olduğunun da kanıtı gibidir (Bugunku bazi populer TV dizilerinin nasil toplumu sekillendirme amaci guttugunu de hatirlayalim).  Hikâyeyle Kürt meselesini, askerliği, PKK’yı iktidarın dönemin yaygın medyasında görmek - göstermek istediği şekilde anlamamak seçeneği kullanılmış, farklı bir yorum getirilmiş; muhalif bir görüş dile getirilmiştir. Ancak iktidar da elindeki ekonomik, siyasi ve hukuki gereçlerle açılan bu alana baskı oluşturmuş bu muhalif sesi kısmıştır.  

“Memet ile Memo”nun tartışması Necdet Şen’in anlatımına göre burada da bitmez: Joker battıktan birkaç yıl sonra plaza binasında tabakhaneye çizgi roman yetiştirmeye çalıştığım günlerde bir akşam telefonum çaldı. Açtım. Hasan. “Necdet, şimdi televizyonda gördüm, birileri bir film çekiyor, konusu senin Memet ile Memo'nun aynısı” dedi. "Emin misin?" diye sordum. "Valla tanıtım sahnelerinden çıkardığım sonuç o" dedi. Aynen öykündeki gibi, askerlerle PKK'lılar çatışırken çığ düşüyor, asker PKK'lıyı kurtarıyor, vesaire. Araştır istersen." 

Bir popüler kültür ürününde ele alınan bir temanın diğer bir esere transferi oldukça yaygındır; ama Işıklar Sönmesin (1996)’de esinlenme ya da ilham eşiği aşılmış film -yaratıcısına haber dahi verilmeden- adeta çizgi romanın bir uyarlaması haline gelmiştir. Tabi eserde yer alan isimler, rütbelerle oynanmış, bir sinema eseri olarak daha geniş kitlelerin karşısına çıkacak olması nedeniyle de çizgi romanın sert siyasi mesajı yumuşatılmıştır. 

Üzerinden yirmi sene kadar bir zaman geçmiş olmasına rağmen “Memet ile Memo” maalesef ilk günkü güncelliğini ve etkileyiciliğini korumaktadır; bir çizgi roman için bunun üzücü bir durum olması ise nadir bir durumdur.  

Dağda ideolojik tartışma (Joker 13)

Kaynaklar: 

  http://www.derkenar.com/necdetsen/memet-ile-memo-1/
  http://www.derkenar.com/necdetsen/memet-ile-memo-2/
  http://www.derkenar.com/necdetsen/memet-ile-memo-6/
  Öfkeli ve Kırılgan, Levent Cantek, Çizgili Hayat Kılavuzu (sayfa 384-387)
 Akkoç Derviş Aydın, “Pro Patria Mori: Vatan İçin Ölmek (Öldürmek) ya da Vahşetin Estetiği, 31.07.2010, http://www.birikimdergisi.com

24 Ocak 2018 Çarşamba

Bu Orman Hepimizin Kaderi

Cizgi romanı sadece eglencelik isler-basit konular olarak dusunmek ne kadar da yanlis; memleketin en ciddi meseleleri de elbette CR'imiza zaman zaman konu olmustur. Afrin operasyonu, PKK-PYD'nin tartisildigi (daha dogrusu sadece gundemde oldugu) bu gunlerde CR'da Kurt sorununa goz atalim. Cok ornek var ama goze carpan bir-kac tanesinden bahsedelim (spoiler icerir).

Galip Tekin’in 1996 yılında çizdiği yalnızca altı sayfalık bir hikâyedir “Ben Dönecem”. Görünürde popüler kültürün değişik alanlarında pek çok kere işlenmiş bir konuyu ele alır: bir grup zengin, iktidar sahibinin sapkın zevklerini tatmin etmek amacıyla gerçekleştirdiği bir insan avını. Oysa görünürdeki yerelleştirilmiş insan avı macerasını biraz kazırsanız Tekin’in en keskin siyasi hikâyelerinden birine; memleketin en karmaşık, acılı meselelerinden Kürt sorunun alegorik bir anlatım denemesine ulaşırsınız.

Bu Orman Hepimizin Kaderi

“Doğu’nun en sefil köyünde” (Tekin, 2011a:43) yaşayan Ali Ekber’in hikâyesi köyüne gelen kimliği meçhul bir atlıyla başlar; atlı Ali Ekber’i evinde bulur ve birlikte köyün yakınlarındaki ormana giderler. Ormanda tek yapması gereken çıkışa kadar koşmak ve sağ-salim ormandan çıkabilmektir; geri döneceğine dair tüm inancı, ormanda koşarken gösterdiği tüm kararlılık ve azme rağmen nihayetinde nereden geldiği belli olmayan kurşunlardan kaçamaz. Ali Ekber’i bir av hayvanı gibi öldürenler kimlikleri açıkça zikredilmese de giysi, tavır ve İngilizcelerinden anlaşıldığı kadarıyla üç Amerikalıdır. Avlarının kulağını da ganimet ve av hatırası amacıyla keserek sahneyi ölümsüzleştirmek için bir de hatıra fotoğrafı çektirirler. Meçhul arabulucu Amerikanlılardan önceden yapılan pazarlığa göre parasını alır; paranın yarısı Ali Ekber’in ailesine verilir. Köyden çıkmak üzereyken bütün drama ve yaşanan acıya rağmen bir sonraki av partisinin gönüllüsü belli olmuştur bile. Zemberek yeniden kurulacak tüm döngü yeni baştan yaşanacaktır.   

Tekin hikâyede kirli av partisinde her şeyin arkasına yerleştirdiği, eylemin asıl planlayıcısı, sahibi ve tetiğin gerçek hâkimi olarak konumlandırdığı Amerikanlılarla Kürt meselesinde yabancı parmağını işaret etmektedir. Elbette köyle ilişkileri yürüten, para akışını sağlayan ve bundan nemalanan, işlerin plana uygun bir şekilde yürümesine yardımcı olan yerli bir işbirlikçileri, arabulucuları vardır. Eserlerinde yerli fantastik, bilim-kurgu ve korku anlatıları yaratmaya çalışan Tekin’in pek çok hikâyesinde varsa eğer asıl kötü adam da bizden, içimizden biridir; oysa bu politik hikâye özelinde seçilen kötü adamların Amerikalı olması manidardır. Çizgisi ve hikâyeciliği her ne kadar bambaşka yöne evrilse de Gırgır kökenli, Oğuz Aral talebesi Tekin’in böyle siyasi bir senaryoda Amerikalı ya da yabancı parmağı araması şaşırtıcı değildir; zira Gırgır ve sonrası pek çok mizah dergisi çevresinde yeşeren hâkim bakış olan milliyetçi solun ‘dış mihraklar’la her daim bir meselesi olmuştur. Levent Cantek, Gırgır ve Oğuz Aral’ın milliyetçi sol duruşunu şöyle özetler:

Solcunun da sağcının da gülebildiği bir dergi olarak Gırgır apolitik bulunmuştur ya da sol addedilmesine karşı çıkılmıştır. Oysa Gırgır, Akbaba’ya göre daha solda, kendisinden önce çıkan bir Markopaşa’ya ve kendisinden sonra çıkan Limon’a göre sağdadır. Benzer yargılar Oğuz Aral için de geçerlidir: çalışmalarında milliyetçi sol bir duruşu vardır, dış mihraklar takıntısı, laiklik ihtimamı göze çarpmaktadır. (Cantek, 2011:209)

Hikâyede ‘Enine boyuna’ konuşulan ve sonunda paylaşılan para da bir başka önemli merkezi unsurdur, ortada dönen av partisinin ekonomik paylaşımı sorunu Kürt sorunun var olmasından, çözülmeden sürmesinden beslenen ekonomik çarklara göndermedir. (Bundan yalnızca çizgi romanın yerli işbirlikçi karakteri değil bir kısım köylü de -Ali Ekber’in kendisi değil belki ama ailesi de- faydalanmaktadır.) Çark dönmeye devam ederken olan evine geri dönemeyen Ali Ekber’e ve bu işe başından beri itiraz eden tek kişi olan eşine olmuştur, geri kalan herkes ya halinden memnundur duruma ya da zorunlu olarak rıza göstermektedir. Hikâyenin sonunda döngünün başlangıç noktasına varılır, konumlar tazelenmiş olarak olayların aksamadan yeniden başlaması ve tekrarlanması için her şey hazırdır. Ali Ekber’den sonra ormana girecek yeni kişi belli olmuştur bile; Kürt meselesinin çözülmeden devamı için de kendileri için kaleme alınmış senaryo uyarınca kaderlerine razı olarak dağa çıkacak veya askere gidecekler de bellidir. Her şey döngünün kırılmadan devamını sağlamaktadır: terör eylemleri, operasyonlar, ateşkesler, çözümü bu sefer kökten sağlama iddiası taşıyan teknoloji harikası yepyeni silahlar, sertleşmeler, diyalog çağrıları... Döngü günümüze dek sürer, halen de sürmektedir.   
Tekin’in hikâyeyi çizdiği yıllar PKK eylemlerinin ve operasyonların yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu dönemde Türkiye aynı zamanda özel harekât güçlerini ve “kulak kesme” eylemlerini de tartışmaktadır. Öldürülen teröristlerin cesetleri kimi zaman kulakları veya burunları kesilerek bir çirkinleştirmeye uğratılır. Tekin’in de yorumladığı bu eylem sadece avdan bir hatıra almak değil cesedin bir beden olarak bütünlüğünün yıkımıdır; geridekilere de net bir mesajdır aynı zamanda. Derviş Aydın Akkoç bu mesajı şöyle yorumlar:

Türkiye’de “çirkinliğin gücü” 1990’ların ortalarında keşfedildi. Bugünlerde yeniden görünür hale geldi. PKK üyelerine ait cesetlere yönelik çirkinleştirme uygulamalarının, Kürt toplumunda “sarsıcı” ve “sert bir darbe” yaratma amacıyla gerçekleştirildiği vakıadır. Cesetlere birer leş muamelesi yapılarak, mücadele edilen insanların, insan olmaktan kaynaklanan itibarları ellerinden alınıyor.[1]


Bu mesajın şiddetine ve tüm olan bitene rağmen yine de tercih ve umut bir arada yaşama olasılığı üzerinedir; Ali Ekber’in hayali oğlunun okuması ve subay olmasıdır, köyün ve ormanın yalıtılmışlığından, çaresizliğinden sıyrılması ve toplumla entegrasyonudur. Necdet Şen’in ‘Memet ile Memo’da (ikinci yazida ele alacagiz) kullandığı “aynı çığın altında” kalma metaforunun yerini Tekin’de “orman” almıştır; Ali Ekber’in ölmeden önce son sözlerinden biri “Bu orman hepimizin kaderi” olur. Hikâyenin üzerinden geçen bunca yıla rağmen o karanlık ormandan çıkış yolunu bulabilmiş değiliz.   



[1] Akkoç Derviş Aydın, “Pro Patria Mori: Vatan İçin Ölmek (Öldürmek) ya da Vahşetin Estetiği, 31.07.2010, http://www.birikimdergisi.com

18 Ocak 2018 Perşembe

"UBER"




Ikinci dunya savasi daha biter bitmez savasin seyri hakkinda alternatif tarih hikayeleri, Nazilarin yahut Japonlarin savastan galip ciktigi veya savasi baska bir sekilde baska yerlerde surdurdukleri fantastik eserler verilmeye baslanmistir. Ilk baslarda roman ve hikayelere konu olan bu tema baska medyumlara da sicrayarak bugun adeta kendi basina bir alt-tur yaratmistir. Bunlardan bu aralar en populer olani Amazon Prime dizisi sayesinde meshur olan "The Man in the High Castle"dir sanirim (benim favorim  "The Boys from Brazil" filmi) 

Gregory Peck ve Laurence Olivier filmlerinden ornek vermeye basladiysak yaslandik sayilir mi acaba ?
CR da elbette ikinci dunya savasini enine boyuna ele almistir; Nazilerin occultizme ilgisi ve esoterik Thule Society ile olan iliskisine odaklanan Hellboy evreninden, Nazilerle savasmak icin gelistirilen /ortaya cikan ilk super kahramanlara dek.  


Hellboy'un Nazileri

Uber iste bu iki cizgi uzerinde yuruyen oldukca riskli bir cizgi roman: Naziler tam yenilmek uzere iken, hatta Muttefikler Berlin'e girmisken-Hitler intihar etmek uzereyken son koz olarak uzun suredir gelistirdikleri son silahlarini sahaya surerler: "Captain America" benzeri gelisitirilmis, insanustu yeteneklerle donatilmis ustun-insanlar (übermenschen).   

Naziler icin bu tarihsel olarak gercek olan iki hedefin ayni anda/ayni aracla kurgusal olarak CR evreninde gerceklesmesidir: Hem ideolojileri dogrultusunda insan-otesi superinsanlari yetistirmeyi basarirlar hem de savasa son verecek yahut akisini degistirecek super silah yapma hedeflerine ulasirlar.  

"Uber"ler savasin akisini hemen degistirirler lakin muttefikler de kendi uberlerini sahaya surmekte gecikmezler; savasin sonraki evrelerindeki taktiksel gelismini degistirirler zira ayni farkli savas makinalarinda oldugu gibi (ucaklar, tanklar, toplar) degisik turleri, ve her turun zaaflari-guclu yonleri vardir. Bunlarin konvasyonel silahlarla etkilesimiyle-birlikte kullanimiyla savas sirasinda olabilecekler kombinasyonu inanilmaz bir sekilde artar. 

Serinin yaraticisi Kieron Gillen hem bu stratejik olasiliklari cok iyi degerlendirmekte hem de ikinci dunya savasini gayet detayli bir sekilde incelemis ve tarihi kisilikleri, gercek cografyalari, mekanlari, silahlari da senaryoya ustalikla adapte etmekte. Uberler icin buldugu Almanca isimler de harika (Panzermensch, Blitzmensch vb)  Cizer Caanan White'in performansi ise inanilmaz; belki "The Boys"dan beri gorebileceginiz en urkunc, en "gore" sahneleri (senaryonun tabiati geregi) ustalikla resmetmetmekte: 



Gelelim bahsettigimiz riske; bilindik superkahraman hikayesini, Hitler'e yumruk atan Kaptan Amerika resmini ters-yuz etmek; Nazilerin ellerine superaskerler vermekte bir beis yok elbette. Ama bu super insanlari oldukca karizmatik, amblemler ve deri uniformalar esliginde, adeta mitolojiden firlamis kusursuz tanrisal fizikleri ve gucleriyle resmedince CR ister istemez Nazizm propagandasi yapmakla ve Nazi estetigini yuceltmekle suclanmis. 

Gillen bunu kesin bir dille reddetmekte; kaldi ki seriyi resimleyen Caanan White ise bir siyahi. Ustune ustluk albumde bunca savas, kiyimin icinde escinsellerin konumu, Amerikan ordusunda-burokrasinde savasa surmelerine ragmen siyahilere karsi duyulan guvensizlik, ya da Hitler'in demogojilerine aklini teslim etmemis Almanlarin varligi gibi incelikler de yer almakta. 


14 Ocak 2018 Pazar

Elsewhere

"Elsewhere" Image comics'in yeni bir serisi; yazari Jay Faerber cizeri ise bizden bir isim: Sumeyye Kesgin. Ilk dort sayi bir cilt olarak da toplandi. 


Jay Faerber cok siradan, vasat hikayeler yazan bir isim; yarattigi superhero serileri Noble Causes ve Dynamo5'i sirf Yildiray Cinar ve Mahud Asrar ciziyor diye takip etmistim. Ne cizgiromana ne de superhero genresine birsey katabilen hikayeler degil urettikleri; cabuk uretilip cabuk tuketilen, okunduktan sonra akilda iz birakmayan, surekli kliselere basvuran sabunkopugu hikayeler. Ama bu sabunkopugu hikayelerin bir faydasi cizerlerimiz Yildiray Cinar ve Mahud Asrar'in kendilerini Amerikan comics pazarinda gostermeleri ve kendilerini gelistirmeleri oldu. Burdan sonra da Marvel-DC maceralari basladi zaten. 

Jay Faerber'in kendisi de Superhero genresinde kaydadeger birsey yaratamadigini gordu belki de ki baska seyler denemeye baslamis; adindan sitayisle sozedilen ama henuz gormedigim "Copperhead" isminde bir bilim-kurgu serisi var. "Elsewhere" ise maalesef bilimkurgu-fantazi turlerinde vasat bir hikaye yine; kahramanimiz Amelia Earhart'in kendini baska bir gezegende bulmasiyla basliyor. Biraz eskilerin John Carter ya da Flash Gordon'unu animsatan bir hikaye. Ming'i animsatan bir tiran. Avatar filmindeki yaratiklari ve gezegeni animsatan bir atmosfer. Hikayenin twistleri olmasina ya da Amelia Earhart gibi tarihi bir figuru hikayeye adapte etmesine ragmen (boyle bir Star Trek bolumu de var) orjinal olma kaygisi yok. 




Sumeyye'nin cizgileri ise oldukca doyurucu ve detayli; biraz manga-anime turune daha yakin ama Amelia Earhart'in dinamizmini-heyacanini, bambaska bir gezegenin detaylarini basarili bir bicimde yansitiyor. Umarim kariyeri Cinar-Asrar ikilisine benzer bir sekilde ilerler ve daha cok kisiye ulasacak daha kalici-guzel hikayeler resmeder. 


13 Ocak 2018 Cumartesi

Molla Nasrettin


Sosyal medyada dolasan bazi karikaturler var, cok eski olmalarina ragmen hala bugune, bugunku sorunlarimiza dokunuyorlar. Bunlarin izini surdugumuzde ozellikle bir isim onplana cikiyor, Molla  Nasrettin dergisi: Azerbeycanli munevver Celil Memmedguluzade'nin ilk sayisini 1906'da cikarttigi ve araliklarla 20 yildan fazla devam edebildigi haftalik bir mizah dergisi. Araliklarla cikabilmis zira urettigi keskin mizah, yonelligi elestiriler kimi zaman Rusya'yi, Iran'i kimi zaman da Osmanli'yi kizdirmis ve iktidar odaklarinin baskilari ile para cezalarina carptirilmis, sansurle ve kapanmayla karsilasmis. 
Tərpənmə amandır bala, qəflətdən ayılma!
Açma gözünü, xabi-cəhalətdən ayılma!
Laylay, bala, laylay!
Yat, qal dala, laylay!

(ilk sayinin kapagi; dogu milletleri gaflet icinde uyuyor) 

Musluman kiz cocugu kocaya gayri-muslim okula

Sade, agdasiz bir dille kaleme alinmis metinlere ve carpici-hemen anlasilabilir sembollerle bezeli karikaturlerle entellektuel kesime degil halka ulasmaya calismis, sadece Azerbeycanin'in degil tum komsu bolgelerin de problemlerine, cagdisi geleneklere, cahillige ve dinin dogrudan kendisine degil ama dini hurafelere savas acmis. Bu yuzden de muhafazar kesimlerin tepkisini toplamis; derginin yazarlarindan birinin aktardigina gore : 

"Mollalar derginin hicbir muslumanin evine girmemesi gerektigini soyluyorlardi. Eger girerse masayla tutulmali ve tuvalete atilmaliydi" 

Bizi asil ilgilendiren ise karikaturler elbette, zira bu karikaturlerin bir kismini bugun Turkiye'de cizmeniz-basmaniz basiniza bela acabilir; Islamofobiyle iktidar dusmanligi ile suclanabilirsiniz. Bir asri asmis bir zamanin otesinden hala cozemedigimiz modern-bilimsel egitim, kadinin toplumdaki yeri, dini hurafeler gibi sorunlarimiza keskin bir sekilde dokunuyorlar: 


Oyle her istediginiz ogretemezsiniz bilim gibi. 

Dogu tipi geleneksel egtimin sonuclari

Modern egitimin sonuclari

Kiz cocugu olan / erkek cocugu olan 


Hurriyet, Musruiyet bu ise bize lazim degil :) 


Karikaturist isimlerine baktigimizda Gurcistanda yasayan Alman kokenli Oskar Schmerling ve Azeri Azim Azimzade isimleri ile karsilasiyoruz; ikisi de ressam kokenli olduklarindan ve donemin anlayisina uygun olarak karikaturler de oldukca realist cizgilerde. Hemen anlasilabilecek cahil ve kotu olarak karakterize-formulize edilmis molla ve modern/egitimli gorunuslu munevver tiplemeleri, hayvan figurleri sikca kullanilmis. Gondermeleri-mesajlari bugun bile tek bakista kavranabilecek aciklikta donemine gore etkileyici bir sekilde iletmis basarili isler. 

Internette daha coguna rahatlikla erisilebilir. 

Kaynaklar: 
http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-31640643
http://www.nybooks.com/daily/2012/09/18/when-satire-conquered-iran-molla-nasreddin/
http://www.visions.az/en/news/353/dd0a0477/
http://www.azer.com/aiweb/categories/magazine/43_folder/43_articles/43_mollamag.html

9 Ocak 2018 Salı

Karabala


Sonunda Karabala ciltlerini okuma imkani buldum:

Cizimler tartismasiz bir harika. Yillardir cizmeyen-uretmeyen ve seneler sonra "sahaya donmeye" karar veren bir cizerin bu kadar usta isi bir eser cikarmasi gercekten muazzam. Yuz ifadeleri, aksiyon sahneleri, panel duzenlemeleri... hersey dort dortluk. Tek bir negatif elestiri herhalde bazi panellerde oldukca yapay duran kan sahneleri olmus, evet bizim CR kahramanlarimizda cokca kullanilmayan kani tarantinovari bir bicimde bolca kullanmak "gore" bir sahne yaratmak ilginc bir deneme belki ama burada kullanilan bilgisayar efektleri cok yapay durmus ve kullanildiklari panellerdeki guzel cizimlerin bile onune gecerek cizgiyi ziyan ediyor bence.



Bunun disinda albumde garip bir escinsel tiplemesi var: kipkirmizi dudaklar-uzun saclar-kirli sakallarla tuhaf bir escinsel betimlemesi. Baba baskisi-dislamasina baglanan bir cinsel egilim. Escinsel bir karakter yaratirken boyle bir abartiya/iticilige ne gerek vardi bilemedim. En azindan escinsellik/escinsel karakterler CR tarihimizde oldugu uzere kotucul-ahlaksiz karakterize edilmemis -simdilik- (hatta iyilerin yaninda saf tutacagina dair isaretler vermis yaraticimiz). 




Asil soylemeke istediklerim ise konu/tur hakkinda; acikcasi eli kilicli yeni bir kahramana cok da sicak bakmiyordum. Evet, Turk CR.inda zamaninda cok buyuk bir ana akimdir bu kahramanlar (genel olarak iki tarihsel doneme odaklanirlar; biri Orta Asya hikayeleri bir de Osmanli devri). Ama Malkocoglundan Karaoglana Tarkandan Hizir Beye eli kilicli kahramanlara altin devirlerini yasayip miadlarini doldurmus, nostalji hikayeleri olarak bakiyorum. Sadece bizde degil dunyada da istisnalar disinda trend boyle. Levent Cantek "Turkiye'de Cizgi Roman" kitabinda meshur Prens Valiant'dan  esinlenme olarak baslayan bu trendin 97' yilinda hala kopyalari oldugunu soylemekte, yani 20 yil once.

Karabala da her ne kadar giris paragrafinda (Conan'in baslangicinda oldugu gibi) bundan binlerce yil onceye yerlestirilmis olsa da bir kilicbaz kahramanin Ortasya oykusu. Basilan-yakilan obalar, zorba bir kral, giysiler, isimler, "yurt"lar- cadirlar, iceceklere kadar hersey bir Orta Asya atmosferinde cereyan etmekte. O yuzden cokca anlatilmis, tuketilmis hikayeler; artwork ne kadar muhtesem olsa da biz bunlari sanki Karaoglanlarda Tarkanlarda okuduk hissiyatini uzerinden atamiyorsunuz. Romantik bir yaklasimla-ozlemle hazirlanan yeni bir Orta Asya hikayesine gerek var miydi sorusuna cevap ariyorsunuz.



Burada hikayeyi tekduzelikten kurtaran/kurtarma potansiyeli olan tek ayrinti var o da paranormale-fantastik olana acilan pencere: Hem Karabala'nin kartallara hukmetmesi, hem de buyucunun ruhlarla /iblislerle konusmasi-anlasma yapma sahneleri. 


Hikayenin devamini bilmiyoruz. Bu ayrintilara rasyonel aciklamalar getirilebilir: buyucu-saman sadece hayal goruyordur/kendini ve etraftakileri kandiriyordur ve Karabala sadece iyi bir kus egiticisidir :)  Umarim seri boyle bir gercekcilik kaygisiyla bu fantastik unsurlari rasyonellestirme yoluna gitmez zira kendini hapsettigi oba basan zalim hukumdar-ona karsi cikan kahraman denkleminden ancak bu sekilde siyrilabilir, farkli tinilar yakalayabilir. Artik klasik sword & sandal hikayelerinin gunumuz tuketicisine hitap edebilmesi-piyasa kosullarinda yasamasi tek yolu fantastige acilan pencere. Red Sonja bile bir Steampunk evreninde diriltilmisken yahut basarili kilic-buyu BD ornekleri varken baska bir yol goremiyorum. 

Herseye ragmen sirf cizimleri icin bile 3. cildi merakla bekliyoruz. 

6 Ocak 2018 Cumartesi

Tanrinin Kuraltanimaz Kullari

"Tanrinin Kuraltanimaz Kullari" Ahmet Karamustafa'nin bir kitabin adi: 13-16. yuzyillarda ozellikle Anadolu, Balkanlar ve Iran cografyasinda yasayan, turlu isimlerle anilan, bugun bildigimiz manadaki Ortodoks Islam'in kiyisinda duran, sinirlari her daim zorlayan heterodoks akimlari inceleyen oldukca onemli bir kitap. 

Simdi elimde bu akimlar-dervisler-abdallar uzerine cizilmis bir cizgi roman var: Zendeka. Bu harika esere cizgi roman demek biraz yanlis aslinda; nasil abdallar-cavlaklar kendilerini kisitlayan toplumsal-dinsel kurallari tanimiyorlarsa onlar hakkindaki eser de cizgi roman kurallarini tanimiyor, alisilagelmis kaliplari asiyor. Kimi sayfalar alisilagelmis-geleneksel formatlara sadik kalarak klasik bir CR gibi ilerlese de kimi sayfalarda tek sayfalik hikayeler, pin-uplar, tek paneller yahut sadece bilgi veren metinlerle tam bir kalendar dervis gibi "senlikli" ilerlemekte. Yine icerige yakisir bir bicimde yaygin bir dagitim agi ve kurumsal sirketlerle basilip-dagitilmak yerine piyasa kurallari ile kavga ederek, onu asmaya calisarak bir fanzin olarak sinirli sayida (yanlizca 100 adet) basilmis. Bu yaraticisi Cemal Soyleyen'in bir tercihi miydi yoksa bu icerikteki bir eser icin baska care yok muydu bilmiyorum ama bu esere de bu format-dagitim kanali yakisirdi zaten. 



Album bize donemin Ertugrul dizisi gibi ideolojik propaganda araclari ile kurgulanan ve hergun tepemize boca edilen sunni-islam merkezli bir okumasindan siyrilmamiz icin bir firsat taniyor: donemde -ve sonrasinda da- cografyamizin her yaninda gorulen senkretik inanclarin, bunu tasiyan, ureten, yayan abdallarin meydana getirdigi bambaska bir atmosfer sunuyor. Bu atmosfer bize propaganda edilenden daha gercekci, cok daha daginik-heterojen ve acikcasi daha da eglenceli. Zira akademik calismalarindan da biliyoruz ki donemin inanc haritasi (sunni tarikatlerde bile) oldukca heterodoks cesnili, bize bugun sunulan homojen-bugun anladigimiz anlamda kati sunni degil.


Dergi Zendeka 1 olarak adlandirilmis, yani devamini vadediyor. Umarim devami gelir.

5 Ocak 2018 Cuma

Cizgili Pijama

19.yuzyilin buhar makineleri-ilk otomasyon denemeleri cilginligi uzerine kurulu bir bilim-kurgu alt turu Steampunk; genellikle alternatif bir tarih kurgusu icinde teknolojinin buyuk oranda buhar gucu ustune bina edildigi bir atmosferde geciyor. Fantastik ogeler icerdigi de oluyor elbette ama bu olmazsa olmaz degil. Edebiyattan sinemaya ornekleri oldugu gibi elbette CR ornekleri de var (bunlarla kalmayip mimariden mucevher tasarimina, bilgisayar oyunlarina genis bir yelpazeyi etkilemis bir akimdan bahsediyoruz). Turkiye'de cok etkisi olmasa da dunyada belli bir etkisi, az da olsa fanatik takipcileri, conventionlari olan bir akim. 

Yerli CR uretimimizde belki mizah dergileri sayfalari icinde kalmis onculleri olabilir ama benim gorebildigim kadari ile Firat Yasa'nin Cizgili Pijama'si steampunk alt-turunde ulkemizde verilmis ilk derli toplu album olarak basilmis eser.



Hem oncul-orjinal bir eser olmasi hem de guzel islenmis senaryosu ile hakki yeterince verilmemis bir album Cizgili Pijama. Buharli iskence aletlerinden mekanize-robotik goruntulu yenicerilere, silah tasarimlarindan buharli sariklara harika bir yerli steampunk evreni, steampunk Istanbul'u ve Osmanlisi tasarlamis Yasa. Yer yer ilk album olmanin getirdigi cizim zayifliklari olsa da senaryo ve yaratilan atmosfer bunu fazlasiyla kapatmakta.




Cizgili Pijama'nin bir baska enteresan ozelligi Yasar'in kurdugu dunya ile gercek dunya arasindaki gecislerde kullandigi Baykus ve Kedi alegorisi. Sevgilisi ve kendisi icin sectigi bu alegorik gruntuler-ruya sahneleri cok ilginc zira Steampunk akiminin merkeze aldigi - ideallestirdigi Viktorya donemi estetiginin bir parcasi olan 'Edward Lear' siirlerinden en bilineni; genellikle cocuk kitabi-tekerlemesi olarak kullanilan "The Owl and The Pussycat"e yapilmis bir gonderme olarak okuyorum.




Meraklisi icin bu buyuk ask hikayesi/cocuk tekerlemesi soyle:

I

The Owl and the Pussycat went to sea
 In a beautiful pea green boat,
 They took some honey, and plenty of money,
 Wrapped up in a five pound note.
 The Owl looked up to the stars above,
 And sang to a small guitar,
 ‘O lovely Pussy! O Pussy my love,
 What a beautiful Pussy you are,
 You are,
 You are!
 What a beautiful Pussy you are!’



II

Pussy said to the Owl, ‘You elegant fowl!
 How charmingly sweet you sing!
 O let us be married! Too long we have tarried:
 But what shall we do for a ring?’
 They sailed away, for a year and a day,
 To the land where the Bong-tree grows
 And there in a wood a Piggy-wig stood
 With a ring at the end of his nose,
 His nose,
 His nose,
 With a ring at the end of his nose.

III

‘Dear pig, are you willing to sell for one shilling
 Your ring?’ Said the Piggy, ‘I will.’
 So they took it away, and were married next day
 By the Turkey who lives on the hill.
 They dined on mince, and slices of quince,
 Which they ate with a runcible spoon;
 And hand in hand, on the edge of the sand,
 They danced by the light of the moon,
 The moon,
 The moon,
 They danced by the light of the moon.